George Sarton Kimdir? (1884-1956)

George Sarton Kimdir? (1884-1956)

George Sarton, 31 Ağustos 1884’de Belçika’nın Ghent şehrinde doğdu. Babası Alfred Sarton, Belçika Demir Yolları’nda müdür ve başmühendisti; bir evkadını olan annesi Léonie van Halmé ise, onu dünyaya getirdikten iki ay sonra ölmüştü. Sarton, başlangıçta, Ghent Üniversitesinde felsefe okumaya heveslenmişti; fakat bir süre sonra felsefeyi bırakmış ve bilimlere yönelmiştir. Kimya ve matematik sahalarında kendisini yetiştirmiş ve “Newton Mekaniğinin Prensipleri” adlı incelemesi ile 1911 yılında doktorasını tamamlamıştır

Öğrenciliği sırasında, Auguste Comte (1798-1857), Paul Tannery (1843-1904), Henri Poincaré (1854-1912) ve Pierre Duhem (1861-1916) gibi bilim tarihçilerinin ve bilim felsefecilerinin eserlerini okumuş ve bunların etkisiyle bilim tarihi araştırmalarına başlamıştır.

Sarton’a göre, bilim, bir takım yaratıcı araştırmalarla ilerler, ama bilimin ihmal edilmiş başka bir yönü, beşerî bir yönü daha vardır. Bilimsel bilgiyi yaratan ve yaşamlarıyla onu süsleyen insanlar çoğu zaman unutulmuştur. Bilginleri hatırlamanın ve onların uğraşlarını anlamanın en iyi yolu bilim tarihine bakmaktır.

George Sarton, bu nedenle yaşamını iki şeye adamıştır: Mükemmel bir bilim tarihi yazmak (Introduction to the History of Science) ve bu sahaya tahsis edilmiş olan yeni bir dergi (Isis) yayımlamak.

Bu hedeflere ulaşmak kolay değildi. Başlangıçta bir cilde sığdırılmak istenen meşhur Introduction, araştırmalar ilerledikçe beş büyük cilde çıkmış ve yine de XIV. yüzyıldan öteye geçememişti. Sarton, zaman içinde ölçütlerini ve kavramlarını değiştirmek zorunda kalmıştı; örneğin Ortaçağ İslâm Dünyasındaki bilimsel faaliyetleri hesaba katmayan bir tarihî değerlendirmenin eksik ve yalnış olmaya mahkum olduğunu görmüştü. Bu nedenle bu eserin ilk cildi, Yunan şairi Homeros ile başlıyor ve Acem şairi ve matematikçisi Ömer Hayyam ile sona eriyordu; ama son iki cilt sadece XIV. yüzyıla ayrılmıştı. Sarton, Introduction’ın balık biçiminde olduğunu söylüyordu! Yani bir sonraki dönem, önceki dönemden daha mükemmel işlenmiş ve tıpkı bir balığın kuyruğundan karnına doğru dolgunlaşması gibi, Introduction ciltleri de gittikçe dolgunlaşmıştı. Her cilt Sarton’ı biraz daha olgunlaştırmış ve XIV. yüzyıla ulaştığında eskisinden çok daha doğru tesbitler yapabilecek duruma getirmişti. Sarton’un yaşadığı deneyim, bilim tarihi yazmak bir tarafa, bilim tarihine ufak bir giriş yazmanın bile çok güç olduğunu gösteriyordu.

Sarton, bir bilim tarihi dergisi olan Isis’i 1912’de kurdu ve ilk sayısını 1913 yılında yayımladı. Bilim tarihine ilişkin makaleleri, tartışma konularını, soru ve cevapları ve kitap tanıtımlarını kapsayan dergi büyük bir ilgiyle karşılandı. Sarton’a göre, Isis’in ana özelliği, alanın giderek zenginleşen yayınlarından araştırmacıları ve okuyucuları haberdar etmek maksadıyla sistematik biçimde kritik bibliyografyalar yayımlaması ve böylece hataların düzeltilmesi için olanak sağlamasıydı.

Birinci Dünya savaşı, Sarton’ın bilimsel faaliyetlerini bir süre aksattı. 1914 Kasım’ında Alman ordusu evine elkoyduğu için, değerli notlarını evinin bahçesine gömerek, Belçika’dan Hollanda’ya ve oradan da İngiltere’ye kaçtı. Londra’da kısa bir süre Savaş Dairesi’nde çalıştıktan sonra Amerika’ya doğru yola çıktı; 1915 Nisan’ında New York’a ulaştı.

1915-1918 yılları arasında Amerika’nın muhtelif üniversitelerinde bilim tarihi hakkında dersler ve konferanslar verdi ve bilim tarihini Amerikalılara tanıttı.

Sarton’ın yaşamındaki en önemli olaylardan birisi, 4 Mayıs 1919’da Carnegie Enstitüsü’nün araştırmacı kadrosuna atanmasıydı. Bu görev, planlarını gerçekleştirebilmesi için iyi bir fırsat vermişti. Artık düzenli bir maaş ile iyi bir mevkiye sahipti; savaş yıllarında yayımına ara verdiği Isis’i yeniden yayımlaya başladı.

Sarton, Washington’daki Carnegie Enstitüsü’nün binasında birkaç ay çalıştı. Ama iyi bir kütüphaneye ihtiyacı vardı; kendi kitapları, bodrumda sandıklar içinde, açılmadan kalmıştı ve Kongre Kütüphanesi’nde de çalışabileceği bir yeri yoktu. Daha rahat çalışabilmek için Cambridge’e taşındı; orada arkadaşı Profesör Henderson, Sarton’a kendi çalışma odasını verdi. Sarton, ücretsiz ders verme karşılığında kendisine Harvard Kütüphanesi’nde ayrı bir oda verilmesini teklif etti ve teklifi kabul edilince, 1920’de ikinci defa Harvard’da hocalığa başladı. Bu oda, daha sonra Harvard Üniversitesi’nde bilim tarihinin merkezi olacaktı. Sarton, Harvard’daki hocalığını 1940 Eylül’üne kadar sürdürdü ve 1940 yılında bilim tarihi profesörlüğüne atandı.

Diğer araştırmacılarla mukayese edildiğinde, Sarton’ın birçok avantaja sahip olduğu görülür ama bu avantajları kendi çabasıyla elde etmiştir. Bir Harvard Üniversitesi elemanının sahip olduğu bütün imtiyazlara sahipti; ancak meslektaşlarının çoğunun üstlendiği idari problemlerden mesul değildi. Ders yükü hafifti; buna mukabil aldığı ücret de azdı ama asıl gelir kaynağı Carnegie Enstitüsü’nden aldığı maaştı. Enstitü, Sarton’a tam gün maaş, araştırma ve seyahat masrafları için harcırah, kitap parası, tam gün sekreter ve iki araştırma asistanı veriyordu. Fakat yine de, çoğu zaman Isis’in yıllık hesap açığını maaşından karşılamak zorunda kalmıştı. Bu açık bazan, 800 doları buluyordu. Eşi de hocalık yaparak aile bütçesine katkıda bulunmasaydı, yayımcılığı sürdürmesi mümkün olmayacaktı

Sarton Isis’in 43 cildini yayımladı. Isis için çok uzun sayılacak monografileri ise Osiris adlı başka bir dergide çıkardı ve bu derginin 7 cildinin editörlüğünü yaptı. İlk cildi 1936’da neşredilen Osiris, kısa sürede büyük bir saygınlık kazandı.

Sarton’ı tanıyanlar, ondaki tükenmeyen enerjiye, bir kimsenin asla tamamlayamayacağı dev projelere atılma cesaretine hayran kalmışlardır. Çok yetenekliydi; hiçbir zaman bildiği dilleri saymamıştı ama Latince, Yunanca, Arapça, Fransızca, İngilizce, Almanca, Felemenkçe, İtalyanca, İspanyolca, Portekizce, İsveçce ve biraz da Türkçe, İbranice ve Çince biliyordu. Pek çok dilde mektup yazmaktan büyük bir keyif alırdı. Bir keresinde, Arapça olarak yazılmış bir mektubu Türkçe olarak cevaplandırmıştı.

Sarton, asistanları olmasına rağmen, çoğu zaman kendi işini kendisi yapmıştır. Asistanları, daha ziyade, Isis ve Osiris’in problemleriyle, Introduction’ın tashihleriyle meşgul olmuşlardır. Zaman zaman Isis’de çıkan kritik bibliyografyalar Sarton için, günlük çalışmalardan sonra, akşamları evinde kendi kendine oynadığı bir çeşit oyundu. Dergilerden makale ve kitap tanıtmaları seçer ve kritik bibliyografya için kategorilere ayırırdı veya bazı yeni yayınlar üzerine kısa değerlendirmeler yapardı. Her kolonun ve her sayfanın tashihini kontrol etmeden hiçbir makale ya da kitap yayınlamamıştır. Introduction’u tamamlayamamış olmasına şaşmamak gerekir. Bu haliyle bile bu eser bir harikadır. Başka alanlarda, bu tür eserleri, büyük komiteler ve hatta akademiler çıkarır; Introduction ise tek kişinin mahsulüdür ve böyle olduğu için de tamamlanmadan kalmıştır. Sarton, 1936’da Harvard Üniversitesi’nde, bilim tarihi doktora programını kurmuş ve seminerler vermeye başlamıştı. Meşhur bilim tarihçilerimizden Aydın Sayılı 1942 yılında, Bernard Cohen ise 1947 yılında George Sarton’ın idaresi altında doktoralarını tamamladılar. Sarton’un danışmanlığında doktoraya başlayan iki aday, Thomas (1948) ve Patterson (1952) ise, doktoralarını Cohen’in yönetiminde tamamladılar. Böylece bilim tarihinin akademik temelleri de atılmış oluyordu. Daha fazla öğrenci yetiştirmemesi, üstlenmiş olduğu işlerin yoğunluğundan kaynaklanıyordu; Isis ve Osiris’in editörlüğünü yürütme, araştırmalar yapma ve yazma, ders verme ve bilim tarihi gibi yeni bir disiplinin tanıtımını yapma öğrenci yetiştirmesi için kendisine yeterli zaman ve enerji bırakmıyordu. Ancak çabalarının bütün Dünya’da meyvelerini verdiğini, yeni bölümlerin açıldığını, bilim tarihi ile ilgili yeni dergi ve kitapların çıktığını görmekten çok mutlu oluyordu.

1949’da Carnegie Enstitüsü’nden emekliye ayrıldığı zaman yerine kimse atanmadı. Sarton için satın alınmış kitap ve dergiler, Enstitü tarafından Harvard Üniversitesi’ne hediye edildi. Sarton, bunlara kendi şahsi kütüphanesini de ilave etti. Böylece Harvard, bu konuda zengin bir birikime sahip oldu.

Sarton, bilimsel fikirlerin güzelliğini ve bilim adamının, çalışmalarına kahramanca bağlılığını tasvir etmekten çok hoşlandığı halde, asla scientism (bilimcilik) taraftarı olmadı. Ama bilimdeki ilerlemelerin olumsuz sonuçlarıyla ilgili yargıları da, hakikatleri açıklayarak, hafifletmeye çalıştı. Ferdî özgürlükleri kısıtlamaya teşebbüs edenleri veya bilimi ve sanatı, yani doğruluğu ve güzelliği tam olarak anlamamış olanları affetmedi ve her fırsatta tenkit ve teşhir etti. Asla kahramanlara tapınmadı. Pozitivizmin kurucusu ve Sarton’a göre bilim tarihinin önemini ilk defa kavrayan kişi olan Auguste Comte’a büyük bir hayranlık duymasına rağmen, Comte’un aslında bilimleri çok iyi bilmediğine ve bilim tarihi bilgisinin ise fakir olduğuna dikkati çekecek kadar da dürüsttü.

Sarton, 22 Mart 1956 sabahı, bir konferans vermek üzere Montreal’e hareket etmek için Boston havaalanına giderken, takside fenalaştı ve evine geri döndükten sonra odasında hayata gözlerini yumdu.

Eserleri

George Sarton, birçok kitap ve makale yazmıştır. Bunlardan
en önemli olanların isimleri aşağıda bildirilmiştir:

A – Kitapları

1) Introduction to the History of Science, 3 Cilt, Baltimore.
2) The History of Science and the New Humanism, New York 1931.
3) The Study of the History of Science, Cambridge 1936.
4) The Study of the History of Mathematics, Cambridge 1936.
5) The Life of Science, New York 1948.
6) The Incubation of Western Culture in the Middle East, Washington 1951.
7) A History of Science. Ancient Science Through the Golden Age of Greece, Cambridge 1952.
8) Leonardo da Vinci, New York 1952.
9) Horus: A Guide to the History of Science, Waltham 1952.
10) Science Versus the Humanities, Jerusalem 1953.
11) Galen of Pergamon, Kansas 1954.
12) Ancient Science and Modern Civilization, Nebraska 1954.
13) Appreciation of Ancient and Medieval Science During the Renaissance (1450-1600), Pennsylvania 1955.
14) Six Wings, Indiana 1957.
15) A History of Science, Harvard University Press.

B – Makaleleri

1) “Evariste Galois”, Osiris 3, 1937, s.241-259.
2) “Introduction to the History and Philosophy of Science”, Isis 4, 1921, s.23-31.
3) “Knowledge and Charity”, Isis 5, 1923, s.5-19.
4) “Science in the Renaissance”, The Civilization of the Renaissance, 1929, s.75-95.
5) “Simon Stevin of Bruges, 1548-1620”, Isis 21, 1934, s.241-303.
6) “The First Explanation of Decimal Fractions and Measures (1585)”, Isis 23, 1935, s.153-244.
7) “Montucla (1725-1799): His Life and Works”, Osiris 1, 1936, s.519-567.
8) “The Unity and Diversity of the Mediterranean World”, Osiris 2, 1936, s.406-463.
9) “Remarks Concerning the history of XXth Century Science”, Isis 26, 1936, s.53-62.
10) “Lagrange’s Personality (1736-1813)”, Proc.Amer.Philos.Soc. 88, 1944, s.457-496.
11) “Hipparchus”, Encyclopaedia Britannica, Cilt 11, 1948, s.583.12) “Boyle and Bayle: The Sceptical Chemist and the Sceptical Historian”, Chymia 3, 1950, s.155-189.
13) “Decimal Systems Early and Late”, Osiris 9, 1950, s.581-601.
14) “Science and Peace”, Isis 42, 1951, s.3-9.
15) “Auguste Comte, Historian of Science”, Osiris 10, 1952, s.328-357.
16) “Avicenna: Physician, Scientist and Philosopher”, Bull.N.Y.Acad.Med. 31, 1953, s.307-317.[6]
17) “Maimonides: Philosopher and Physician”, Bull.Cleveland Med.Libr. 2, 1955, s.3-22.
18) “Arabic Science and Learning in the Fifteenth Century”, Homenaje a Millas Vallicrosa, Cilt 2, 1956, s.303-324.
19) “History of Science”, Encyclopedia Americana, Cilt 24, 1956, s.413-417.

Bilim Tarihi Anlayışı

George Sarton’dan önce de bilim tarihi ile uğraşanlar vardı; ancak insanların bu konu ile ilgilenmeleri büyük ölçüde tesadüflere ve kişisel arzularına bağlıydı. Sarton ise, bilim tarihine akademik bir statü kazandırmıştır. Sarton’a göre, eğer bilim sistematize edilmiş pozitif bilgi olarak tanımlanırsa, bilim tarihi, bu bilginin gelişiminin betimlenmesi ve anlamlandırılmasıdır Betimleme işin sadece bir kısmıdır ve anlamlandırma olmaksızın hiçbir değer taşımaz. Çünkü, bilim tarihi bir keşifler hikayesi değildir; keşifler geçicidir; kısa bir süre sonra eski keşiflerin yerini yenileri alır. Bilim tarihçisinin asıl görevi, bilginlerin bilimsel keşiflerini saymaktan ve sıralamaktan ziyade, bilimsel kişilikleri yeniden canlandırmaktır. Keşifler önemli olabilir ama kişilikler çok daha önemlidir. Öyleyse amaç, keşifleri kaydetmek değil, bilimsel düşüncenin gelişimini, yani insan bilincinin gelişimini açıklamak olmalıdır.

Bilim adamları ve teknisyenler bilimin en son ürünlerini bilmek isterler; daha önceki ürünlere modası geçmiş gözüyle bakarlar ve onları önemsemezler. Bununla birlikte, bilim tarihçisi, sadece en yeni ürünlerle değil, bunlara yol gösteren ve bunları mümkün kılan bütün gelişmelerle de ilgilenir. Bilimin en son ürünleri, bir ağacın taze meyvaları gibidir; meyvalar acil ihtiyaçlarımızı karşılar, ama ağaç olmaksızın meyvalar varlığa gelemez. Bilim tarihçisi, bilgi ağacını, bütün kökleri ve dallarıyla birlikte bilmek ister; bugünün meyvalarını takdir eder ama geçmişin ve geleceğin meyvalarını da ihmal etmez.

Sarton da, Comte ve Tannery gibi, bilim tarihini, tek tek bilimlerin tarihinden ayırır. Bilim tarihi, matematik tarihinden, kimya tarihinden veya biyoloji tarihinden farklı bir tarihtir. Bir bilim tarihçisi, araştırırken ve yazarken bilimin bütün dallarını hesaba katmalıdır. Çünkü amaç, bilim ağacının bir dalının değil, tamamının gelişimini açıklamaktır.

Kimya tarihçisi, okuyucusunun, kimyasal incelikleri bilmesini bekler; fakat bilim tarihçileri aynı beklentileri besleyemez. Çünkü okuyucuları arasında her meslekten, her türden insan vardır. Sarton’a göre, kimya tarihçisi daha çok bir teknisyen, bilim tarihçisi ise daha çok bir hümanisttir; yani kelimenin tam anlamıyla bir insanlık tarihçisidir.

Sarton, bilim tarihinin, bilim ve hümanizma arasında bir köprü olduğuna ve doğadaki, bilimdeki ve insandaki birlik ve bütünlüğü kavramamıza yardımcı olacak yegâne uğraş olduğuna inanır. Bilim tarihi, doğanın bir ve bütün olduğunu gösterir. Eğer doğa bir ve bütün olmasaydı, evren bir kosmos değil de bir kaos olsaydı, kanunlar ve kurallarla değil de kavranması mümkün olmayan mucizelerle dolu olsaydı, ne bilimsel araştırmalar yapma fırsatı, ne de bilimsel ilerleme imkanı olurdu. Keşfedilen her yeni kanun bu tesbiti, yani evrenin birlik ve bütünlük içinde olduğu tesbitini güçlendirir. Bilim tarihi, en azından iki bulguya dayanarak, bilimin de bir ve bütün olduğunu gösterir. Bu bulgulardan ilki şudur: Bir bilim dalının gelişimi, diğer bilim dallarının gelişimine bağlıdır; bu durum, bilimlerin bağımsız olmadığını, birçok bakımdan birbirleriyle bağlantılı olduklarını ve aralarındaki bağlantıların tesadüfî değil organik olduğunu gösterir. Bulgulardan ikincisi ise, farklı yerlerde ve bazan da farklı metotlarla yapılmış bilimsel keşiflerin aynı zamanda gerçekleşmesidir. Eğer bir olay yalnızca bir kere olmuşsa, onu tesadüfe bağlayabiliriz; fakat çok sık olmuşsa, bu olayları tesadüfe bağlama olasılığı çok azalır ve buradan şu sonuca varılabilir: Bilim bir ve bütündür. Eş zamanlı keşiflerin farklı milletlere mensup bilginler tarafından yapılmış olması ve birisinin başlattığı bir bilimsel çalışmayı başkasının tamamlaması, hepsinin de aynı işi yaptıklarını gösterir; ancak şunu gözden kaçırmamak gerekir ki bu iş bir kişinin gayretleriyle değil, birçok kişinin işbirliğiyle başarılmıştır. Öyleyse bütün savaşlara ve düşmanlıklara rağmen insan da bir ve bütündür.

Bu üç birlik ve bütünlük, yani doğanın, bilimin ve insanın birliği ve bütünlüğü, aynı bilginin farklı görünümleridir ve insanı hümanizme götüren bu bilgi, bilim tarihini de özel bir konuma yerleştirir; Sarton, bir medeniyet tarihinin, bilimin dışındaki bilgi uğraşlarının tarihini ihmal edemeyeceğini bilir ama medeniyet tarihinin belkemiğinin bilim tarihi olduğuna inanır. Ona göre şayet bu konuda bir kuşkumuz varsa, günümüz medeniyeti ile eski medeniyetler arasındaki esas farkın ne olduğunu kendimize sormamız yeter. Tarih boyunca, hemen hemen her dönemde ve her ülkede büyük azizlerle, sanatçılarla ve bilginlerle karşılaşırız. Azizlerimiz, bin yıl önceki azizlerden daha aziz olmadıkları gibi, sanatçılarımız da antik Yunan sanatçılarından daha sanatkâr değildir; hatta bugünkü azizler ve sanatçılar belki önceki aziz ve sanatçılardan daha az önemlidir. Bilginlerimiz de önceki bilginlerden daha zeki değildir ama onların bilgisi, diğerlerinin bilgisinden daha kapsamlı ve daha dakiktir. Öyleyse birikebilen ve ilerleyebilen biricik insan faaliyeti bilimdir ve eski medeniyetlerle bizimki arasındaki en büyük fark bilimsel bilgi düzeylerindeki farktır. Sarton’a göre, bir filozofun, özellikle de bir bilim filozofunun, bilim tarihini iyi bilmesi gerekir. Hatta, bilim kendi gelişim süreci içinde inceleninceye kadar bilimsel faaliyetlerin felsefî yönleri açığa çıkarılamıyacağı için, filozofların bilim tarihi ile bilhassa ilgilenmeleri gerekir. Bir fonksiyonu anlamak için, sadece onu betimleyen yaydaki son noktaları dikkate almak yeterli değildir; bütün yayı hesaba katmak gerekir. Diğer taraftan, bir bilim tarihçisinin de felsefe bilmesi gerekir; çünkü bilimin felsefî yönlerini anlamaksızın işini memnun edici bir şekilde yapamayabilir. Birçok bilim adamı, esasen felsefeden kaçınan bir mucit veya bir teknisyendir ama hiçbirisi felsefî bir boşlukta büyümemiştir. Bütün bilginler farkında olsunlar ya da olmasınlar, zamanlarının dinî ve felsefî yönelimlerinden etkilenirler. Bilim tarihi çok engin bir konudur; çünkü her dönemde ve her coğrafî bölgede, bütün bilim dallarının tarihiyle ilgilenir ve bu nedenle bu alanın bütünüyle incelenmiş kısımları çok azdır; genç araştırmacıları pek çok iş beklemektedir. Bilim tarihi, bilim olduğu sürece asla tamamlanmayacaktır. Bilim tarihi, insanın evreni araştırmasını, zaman ve mekan içinde var olan ilişkileri keşfetmesini, elde edilen gerçekleri savunmasını, yanlışlara ve batıl inançlara karşı yapmış olduğu savaşları tasvir eder. Bundan dolayı siyasî tarihten beklenmeyecek kadar çok dersle doludur. Bilim tarihi, aynı zamanda iyi niyetin ve barışçı çabaların tarihidir. Bu durumun daha çok kişi tarafından anlaşılması, bilim tarihinin yararını arttıracaktır; belki de birgün uluslararası barış ve adaletin deneysel ve akılsal temeli bilim tarihi olacaktır.

Türk Bilim Tarihçiliğindeki Yeri

Türkiye’de bilim tarihinin kurucusu olan Aydın Sayılı, George Sarton’ın öğrencisidir. Sayılı, 1942 yılında, Harvard Üniversitesi’nde, Ortaçağ İslâm Dünyasında bilim ve öğretim kurumlarıyla ilgili olan doktora tezini, Sarton’ın idaresi altında tamamlayarak, yurda dönmüş ve 1952 yılında Ankara Üniversitesi, Dil ve Tarih, Coğrafya Fakültesi’nde Bilim Tarihi Kürsüsü’nü kurarak, bilim tarihi öğretimini başlatmıştır.

Sarton, bilim tarihi sahasında ilk doktora derecesinin sahibi olan Aydın Sayılı’yı fizik tarihine yönlendirmiş olmakla birlikte, yeterince bilinmeyen Ortaçağ İslâm Dünyasındaki bilimsel faaliyetleri kısmen de olsa aydınlatabilmesi için matematik tarihi, astronomi ve biyoloji tarihi gibi dallarda da uzmanlaşmasını sağlamıştır. Sayılı, hocasının bilim ve bilim tarihi anlayışına sadık kalmakla birlikte, Türk bilim tarihinin gereği gibi aydınlatılabilmesi için, yazma kütüphanelerimizde unutulmaya yüz tutmuş olan eserlerin bilimsel yöntemlerle yayımlanması gerektiğini anlayarak, tenkitli metin neşrine yönelmiş ve öğrencilerini de bu yolda yetiştirmiştir.

Ayrıca Sarton, Türk bilim tarihçilerinden A. Adnan Adıvar ve A. Süheyl Ünver ile de bağlantı içinde olmuş ve bilgi alış verişinde bulunmuştur.

Bir Cevap Yazın