Mendel’den Önce Kalıtım
Kalıtımın gizemi Mendel’in çalışmalarından yüzyıllar önce de bilginleri meşgul etmiş ve neden bir kimse annesine benzerken, diğerinin babasına, bir başkasının da büyükannesine benzediğini açıklamak için bir dizi kuram ortaya atılmıştır.

İlk kuramlardan biri M.Ö. 5. yüzyılda, tıp biliminin kurucusu olarak kabul edilen Yunanlı Hippokrates tarafından öne sürülmüştür. Pangenezis (tümoluş) olarak adlandırılan bu kurama göre, vücudun her bölümünden küçük parçacıklar anne ve babanın üreme maddelerine karışıyor, bunlardan da yeni birey oluşuyordu. Böylece o birey hem annenin hem de babanın özelliklerini sergiliyordu. Bir yüzyıl sonra Aristoteles değişik bir kuram ortaya atmış ve babanın ersuyunun yeni organizmanın bütün parçalarını içerdiğini, bunun annenin adet sıvısı üzerinde etki yaparak yeni bireyi şekillendirdiğini öne sürmüştü. Annenin de kalıtımda temel bir rol oynadığını ilk söyleyen Aristoteles’ti. M.S. 3. yüzyılda Aziz Augustine, Tanrı’nın maddeyi, kendini çoğaltması için belli güçlerle donattığını öne sürmüştü. Bu düşünce bitkilerin ve hayvanların oluşumunda doğal etkenlerin varlığı olasılığını dikkate almıyordu. Bundan sonra 17. yüzyıla kadar yeni bir kuram ortaya çıkmadı. Bu tarihte Hollanda’da, yeni geliştirilmiş bulunan mikroskopla çalışmalar yapan Antoni van Leeuwenhoek, bir kadının rahminde oluşumunu tamamlamış minik bir embriyon gördüğünü, bunun spermayla temas etmesi halinde yeni bir bireye dönüştüğünü öne sürmüştü. Bu gözlem önceden oluşum kuramının (preformasyon) temeli oldu. Bunu izleyen yüzyılda ise Fransız bilim adamı René- Antoine de Réaumur, hem annenin hem babanın üreme maddelerinde organik moleküller bulunduğu, bunlar bir araya geldiğinde de özel bir gücün etkimesiyle yeni bireyin oluştuğu görüşünü ortaya attı. Epigenez (sıralıoluş) olarak adlandırılan bu kuram sonraki yıllarda bazı bilim adamları tarafından çeşitli şekillerde geliştirildi. Birçok bilim adamı evrenin başlangıcında yaratılan organizmaların daha sonraki kuşaklarda kendilerini sonsuz biçimde yenilediklerini düşünüyordu. Ancak 18. yüzyılda fosil buluntularının incelenmesi, artık var olmayan bitki ve hayvanların yaşamış olduğunu ortaya çıkarınca bu kuram terk edildi. 18. yüzyılda melez bitkiler yetiştirilmesi üzerinde çalışmalar yapan bilim adamlarının, örneğin J.G. Kölreuter’in araştırmaları yeni bireylerin nasıl yaratıldığı sorusunu yeniden gündeme getirdi. Kölreuter, hem annenin hem de babanın üreme maddelerinin bu konuda etkili olduğunu belirterek Aristoteles’in kuramına geri döndü. Hala desteklenen önceden oluşumculuğa karşı çıkarak epigenezis kuramının savunucusu oldu. İki kuramın savunucuları arasındaki tartışma onlarca yıl sürdü ve tartışma evrimle ilgili konuları da kapsadı. 18. yüzyılda yaşayan büyük Fransız biyolog George Buffon çevrenin kalıtım üzerindeki etkisini vurguladı. Bu fikir Jean- Baptiste de Lamarck tarafından ele alınarak geliştirildi. Charles Darwin’in evrim kuramı da yavruların birçok farklı özelliğe sahip olabileceğini, bunlardan hangisinin gelecek kuşağa geçirilerek yeni türün temelini oluşturacağını ise doğal seçilimin belirleyeceğini ortaya koydu.
Ancak ne Darwin ne de kalıtımla ilgilenen öteki bilim adamları, özelliklerin bir kuşaktan diğerine nasıl geçtiğini açıklayabiliyordu. Bu yüzden, Mendel bitki çaprazlama çalışmalarına başladığında biyolojinin belki de en eski sorusuna cevap arıyordu.
Kaynak: Edelson, E (2006). Gregor Mendel- Genetiğin Temelleri, Tübitak Popüler Bilim Kitapları, 5. Basım, Ankara.