Anadolu’nun Elverişli Coğrafi Yapısı Ve Buzul Çağı Sonrasında Hayat

Anadolu uygarlıklarının oluşumunda volkanik dağların büyük katkıları olmuştur. Ara Taş (Mezolitik Çağ) ve Yeni Taş (Neolitik Çağ) Dönemlerinde, volkanik dağlarda (Hasan Dağı, Nemrut Dağı, Süphan Dağı, Melendiz Dağları ve Bingöl Dağları ) bulunan obsidyen, delici ve kesici alet (bız, iğne, çakı, ok ucu, mızrak ucu) olarak kullanılmıştır. Anadolu’da, çöl ve tundra bölgesi toprakları dışında çeşitli bitki ve hayvan türlerinin yaşamasına imkân veren bir toprak yapısı vardır. Üzerinde 12000’den fazla bitki türü barındırır. Bu zenginlik hayvan türlerine de doğrudan etkide bulunmuştur. Maden açısından da bolluğa sahiptir.

Günümüzden 60000- 15000 yıl önce buzul çağına rastlayan dönemde (Paleolitik Çağ) Anadolu’da insanlar, mağaralarda ve kaya sığınaklarında barınıyor, yabani bitki ve meyveleri toplayarak, yabani hayvanları avlayarak hayatlarını sürdürüyorlardı. Yontma taş aletler, kemik, boynuz ve ahşap aletler kullanıyorlardı. Örneğin Yarımburgaz ve Karain, Dülük ve Altındere Mağaraları, bu döneme ait yerleşim merkezleridir.

Anadolu’da yaklaşık 10.000-11.000 yıl önce, buzul çağının sona ermesine paralel olarak iklim değerleri günümüzdeki koşullarına ulaştı. Anadolu tarih öncesi Ara Taş Çağı’na (Mezolitik Çağ) girdi. Topraklar tarıma elverişli hâle geldi. İnsanlar da avcı ve toplayıcı geleneklerini sürdürdükleri küçük köylerinde, tarım ve hayvancılığa başladılar. Kullandıkları aletleri küçülttüler (Bu yeni küçük aletlere minitaş anlamında mikrolit adı verildi.).

Yeni Taş (Neolitik Çağ) olarak adlandırılan bu dönemde insanlar, ziraat ve hayvancılığa geçmelerine rağmen, eşyalarını hâlâ taştan yapmaktaydılar: Çanak çömlek yapmasını bilmediklerinden yemek tabaklarını, kadın süs eşyası bilezik, gerdanlık ve küpelerini, av silahlarını taştan yapmaktaydılar.

Bu dönemin önemli bir yerleşim merkezi olan Çayönü sakinleri MÖ 7250-6750 yılları arasında, küçük bir dere yatağı kenarında kurdukları köylerinde, değişik mimari planlarıyla dikkat çeken, taş temeller üzerinde kerpiçten konutlarda yaşıyordu. Günlük hayatlarında, obsidyenden ve çakmak taşından yapılmış değişik kesici aletler ile taştan tabaklar, havanlar ve değişik ev eşyaları kullanmaktaydılar. Kadınların bilezik ve gerdanlık gibi süs eşyalarını taştan imal ediyorlardı. Buğday yetiştiren, un ve ekmek yapmasını bilen, bu insanlar, dünyada ilk kez Ergani’de, bakır madeni sayesinde, madenle tanıştılar. Tanışma ilk etkilerini küpe ve yüzüklerde gösterdi ki bu sonuç aynı zamanda kadınlara önem verildiğini de ortaya koymaktadır. Çayönü sakinleri, koyun ve keçiyi evcilleştirmişlerdi. Köpekleri de vardı. Bir başka yerde, Konya-Çumra ilçesinin 10 km güneydoğusunda Çarşamba suyunun doğu ve batısında iki höyükten meydana gelen Çatalhöyük’te, insanlık tarihinin birçok ilkleri yaşanmıştır. Höyüğün doğusunda MÖ 8000-5500 yıllarını içeren Yeni taş, batısında ise MÖ 5500- 3200 yıllarına ait Bakırtaş (Kalkolitik Çağ) kültürleri yoğunluktaydı. Çatalhöyük insanları, taş temelli kerpiç evlerinin üstünü, ahşap, saz ve toprakla örtüyorlardı. Evde odalarının yanlarında toprak sekiler yapmışlardı ve ölülerini bu sekilerin altına gömüyorlardı. Evlerine çatıdan girerlerdi. Evleri yan yana bitişikti ve dış duvarlar koruma görevini üstlenmişti. Damlara ahşap merdivenlerle çıkılıyor ve odaların içine bu merdivenle iniliyordu. Odalar arasında eğilerek geçilebilen alçak dar geçitler vardı.

Odaların duvarlarına yaban öküzü başı asıyorlardı. Yaban öküzüne önem verdikleri için duvarlarına çeşitli yaban öküzü resimleri, yaban domuzu ile geyik avı sahneleri ve volkanik bir dağın önünde Çatalhöyük evlerini resmediyorlardı. Bu resimler aynı zamanda çeşitli kilim desenlerini de barındırıyordu ki dünyadaki ilk dokumacılık örnekleridirler.

Çatalhöyüklüler için leopar da önemliydi. Ana tanrıça heykelciklerinde tanrıça, önünde bir çift leoparın bulunduğu bir taht üzerinde oturur şekilde gösterilmiştir. Duvarlardaki karşılıklı duran leoparlar, kadınların leopar dersinden yapılmış etekleri ile yaptıkları danslar ilgi çekicidir. Çarşamba Nehri boyunca Toros Dağlarında avlanırken, bakır ile cıva madenlerini de tanıdılar. Duvar resimlerinde civayı kullanmaya başladılar. Kendileri bilmiyorlardı ama Çayönü insanından sonra Anadolu’da, madeni tanıyan ve kullanan ikinci topluluktular.

Damga mühürleri bize özel mülkiyet varlığını işaret etmektedir. Buğdayın yanında nohut ve mercimek gibi baklagilleri üretmiş, Çarşamba kıyısında kemikten yapılmış olta ile olta balıkçılığı yapmışlardır. Evlerindeki sekilerine gömdükleri yakınlarının mezarlarına hediyeler sunmuşlar iskeletlerinin üzerini aşı boyası ile boyamışlardır. Ortalama ömürleri 26-30 yıl olan Çatalhöyüklülerin nüfusları yaklaşık 8.000’dir. Bu nedenle Çatalhöyük’ü birçok araştırmacı, dünyanın ilk caddesiz kenti olarak değerlendirir.

Anadolu’nun tarih öncesi avcı toplayıcı toplumu, MÖ 12.000’lerde bugün Şanlıurfa’nın kuzeydoğusunda Göbeklitepe’de, sürekli yaşamadıkları, ancak yaklaşık 200 km. çapındaki alanda yaşayanların toplanma merkezi olarak kullanıldığı -düşünülen- biranıtsal yapı inşa etmişlerdir. Bir iş birliği ve uzlaşma ürünü olan Göbeklitepe’de büyük ayin ve şenlikler düzenliyorlardı. Acaba burada kutsal bir ziyaret yeri oluşturmayı mı planlamışlardı bilinmemektedir. Tükettikleri içeceklerin saklandığı hacmi 160 litreyi bulan kapların yapım teknolojisi de henüz çözümlenememiştir. Göbeklitepe’nin mimarları çevrelerinde doğal olarak bulunan tilki, aslan yılan, yaban sığırı, yaban eşeği örümcek kurbağa ve çeşitli kuş türleri hayvanlarını taşa kazımışlardır. Muhtemelen korunmak amacıyla hayvan heykellerini tehditkâr ve korkutucu tarzda saldırgan pozisyonda betimlemişler, taş plakalar üzerine yılan, ok, hayvan, kuş ve ağaç dalı motifle ini nakşetmişlerdir. Beslenmek veya korunmak için hayvan avlamayı sürdürmüşlerdir. En önemlisi de “T” biçimli dikili taşlardan oluşan, çatısız yuvarlak 8-30 m çapında dünyanın ilk tapınaklarını inşa ettiler. Üst kısmı başı, uzun gövde ise vücudu temsil eden dikili taşların 3-6 metre boyunda ve en büyüğünün 16 ton ağırlığında olmasının, üstelik 2 km uzaklıktaki taş ocağından getirilmiş olmalarının altında yatan mühendislik ve teknolojik bilgilerinin sırrı hâlen çözülememiştir. Yaş olarak da çanak çömleksiz Neolitik Çağ olarak tarihlenen MÖ 9.600’lerde ayakta olmasının sırrı da açıklanamamaktadır. Bilinmeyen bir nedenle sonradan yaptıkları tapınaklarını, MÖ 8.000 yıl önce sistematik bir şekilde toprakla örtüp terk etmişlerdir. Bu yapının mimarları, Anadolu’da henüz tarım ve yerleşik hayat başlamazdan binlerce yıl önce, kültürü, sanatı, dini, ileri mühendislik ve lojistik bilgileri ile oldukça ileri bir sır dolu uygarlık oluşturmuşlardır.

Yaklaşık MÖ 5.500’lerden sonra taş aletlerin yanında bakır madeni kullanılmaya başlanmasıyla birlikte Anadolu’da Bakırtaş anlamında Kalkolitik Çağ’a geçilmiştir. Madenin kullanılmasıyla birlikte, ona sahip olan insanlarla diğerleri arasında değiş-tokuş ekonomisine dayalı ticari faaliyetler başladı. İhtiyaç maddesi madeni elde etmek için maden bölgelerindeki yerleşim merkezlerine, bu bölgelerde olmayan mallar götürülerek takas edilmeye başlandı. Bu türden alışveriş hareketleriyle bölgeler arası etkileşim ve iletişim hızlandı. Bakır madenine sahip yerleşmeler güçlendi. Ziraat alanında ahşap tarım araçların, konutlarda toprak eşyaların yerini metal eşyaların; avcılıkta ahşap kemik ve taş silahların yerini metal silahların alması gibi Anadolu’nun çeşitli yerlerinde kullanılmaya başlandı. Örneğin Karakaya Barajı suları altında kalan Değirmentepe, Gaziantep Sakçagözü, Elazığ Tülintepe, Göller Bölgesi’nde Hacılar, Konya’da Çatalhöyük’te yukarıdaki aşamalar gerçekleşmiştir. MÖ 3.000 yıllarından itibaren insanlar bakır ile kalayı karıştırarak Tunç adı verilen yeni bir maden türü elde ettiler. Bakıra oranla tunç daha dayanıklı ve daha uzun ömürlü idi. Anadolu’da bin yıl kadar süren Tunç Çağı, MÖ 2.000 yıllarının başında yazılı belgelerin ortaya çıkması ile sona erer. Tunç Çağı’nda, kentlerin etrafı surlarla çevrilmeye başlandı. Toplumsal sınıflar arasındaki farklılıklar netlik kazanmaya başladı. Orduların kurulması ile askerî sınıflar oluştu. Konutlarını dörtgen planlı olarak avlular etrafında sıralarken, evlerin damlarını düz olarak inşa ettiler. Megaron ev tipi şeklinde tanımlanan bu evler, Batı Anadolu, İç Anadolu ve Kuzeybatı Anadolu’da yapılmıştır. İnsanlar kırmızı ya da kahverengi renkli çanak çömleğin yanında açık renkli ve çark yapımı ince kaplar kullanmaya başlamışlardır. Gündelik hayatlarında ölü defin geleneklerini değiştirmişler ve dışa defnetme geleneğine geçerek doğrudan toprağa gömmüşler ya da küp veya sanduka mezarlar kullanmaya başlamışlardır. Malatya Aslantepe höyüğünde seyyar dinsel amaçlı süslenmiş ocaklar yapmaya başlamışlardır.

Bir Cevap Yazın