Sanatsal Yazılar: Pastoral Şiir

Doğayı, doğa güzelliklerini ve bunları sevdirmeyi amaçlayan, çobanların yaşamını, aşklarını, üzüntülerini anlatan şiirlere pastoral şiir denir. Yalın bir dille yazılan bu şiirler, doğrudan ozanın ağzından anlatılıyorsa (monolog) idil, çobanların karşılıklı konuşması biçimindeyse (diyalog) eglog adını alır. İdiller, monolog tarzında olduğu için egloğa göre daha kısa olur. Pastoral şiirler, Yunan edebiyatında Theokritos, Latin edebiyatında Vergilus tarafından yazılmıştır. Pastoral şiir geleneği sonraki çağlarda da sürmüştür. Özellikle Romantik dönemde, doğa Batı şiirini besleyen önemli bir kaynak olmuştur (Gökalp Alpaslan, 2009:177).

Türk edebiyatında pastoral şiir çok ilgi gören bir tür olmamakla birlikte özellikle halk şiirlerinde doğa ve kır güzelliklerini anlatan şiirler bulunmaktadır. Divan edebiyatında gazellerde doğa betimlemeleri; kasidelerde doğa, mevsim betimlemelerinin yapıldığı teşbîb bölümleri vardır. Halk edebiyatında Karacaoğlan’ın “Çukurova bayramlığın giyerken” dizeleriyle başlayan şiiri bu tür içinde değerlendirilebilir. Tanzimat döneminde pastoral şiire yeni bir soluk getiren şairler arasında Abdülhak Hamit, Servet-i Fünun’da Tevfik Fikret ve Cenap Şehabettin vardır. Çağdaş Türk şiirinde Kemalettin Kamu, Behçet Necatigil, Cahit Külebi bu türde şiirler yazmıştır.

Bingöl Çobanları

“Daha deniz görmemiş bir çoban çocuğuyum,
Bu dağların eskiden âşinasıdır soyum,
Bekçileri gibiyiz ebenced buraların,
Bu tenha derelerin, bu vahşi kayaların
Görmediği gün yoktur sürü peşinde bizi,
Her gün aynı pınardan doldurur destimizi
Kırlara açılırız çıngıraklarımızla;
Kırlarda buluşuruz kızımız, karımızla.

Okuma yok, yazma yok, bilmeyiz eski yeni
Kuzular bize söyler yılların geçtiğini.
Arzu, başlarımızdan yıldızlar gibi yüksek;
Önümüzde bir sürü, yanımızda bir köpek,
Dolaştırıp dururuz aynı daüssılayı.
Her adım uyandırır ayrı bir hatırayı.

Anam bir yaz gecesi doğurmuş beni burda;
Bu çamlıkta söylemiş son sözlerini babam…
Şu karşıki bayırda verdim kuzuyu kurda,
“Suna”mın başka köye gelin gittiği akşam.
Gün biter, sürü yatar ve sararan bir ayla
Çoban hicranlarını basar bağrına yayla…
-Kuru bir yaprak gibi kalbini eline al,
Diye hıçkırır kaval;

Bir çoban parçasısın olmasan bile koyun,
Daima eğeceksin, başkalarına boyun.
Hulyana karışmasın ne şehir, ne de çarşı;
Yamaçlarda her akşam batan güneşe karşı
Uçan kuşları düşün, geçen kervanları an!
Mademki kara bahtın adını koydu: Çoban!”

… Nasıl yaşadığından, ne içip yediğinden,
Çıngırak seslerinin dağlara dediğinden
Anlattı uzun uzun.

Şehrin uğultusundan usanmış ruhumuzun
Nadir duyabildiği taze bir heyecanla…
Karıştım o gün bugün, bu zavallı çobanla
Bingöl yaylarının mavi dumanlarına,
Gönlümü yayla yaptım Bingöl çobanlarına.

Kemâlettin Kâmi Kamu

Bir Cevap Yazın