Astrolojinin Tarihçesi

İnceleyebildiğimiz dünyanın ilk medeniyeti, M.Ö. üç binli yılların başlarında şimdiki Irak da olan Tegris ve Euphrates (Dicle ve Fırat) nehirleri boyunca ortaya çıkmıştır. Buradaki insanlar kendi ülkelerini; Sümer’i oluşturdular. Aniden ve açıklanması güç bir şekilde büyük bir topluluk olmaya başladılar. Bu iki önemli 13 nehrin kıyısında kurulmuş olan şehirlere, güneşte kurutulmuş tuğlalarla duvarlar çektiler. Geniş sulama kanal şebekesi ile oluşturulan verimli arazi sayesinde bol buğday, mısır ve susamda yetiştirdiler. Odun , taş ve maden gibi gereksinimlerini komşuları ile ticaret yaparak karşıladılar. O zamandaki şehirlerin zenginliği, yaşamın rahatlığı, yıldızlarla çalışmak için uygun fırsat ve dürtüleri ortaya çıkardı. Oluşan bu rahipler sınıfı aynı zamanda ilk astrologlar topluluğuydu. Sümerler yüzlerce tanrıya taparlardı. Ancak bunların arasından küçük bir tanrı ve tanrıça grubu daha fazla önem ve güç kazandı. Sümerler, göktanrısı An ve yer tanrısı Ki’nin Namnu’nun soyundan geldiğine inanıyorlardı. Onların birlikteliğinden hava tanrısı Enlil doğmuştur. Bu üç tanrı An, Ki, Enlil yüce üçlüyü biçimlendirir. Ancak tanrısal doğuş Enlil’in doğumu ile durmamıştır. Enlil’in, Ninlil’e (hava tanrıçası) aşık olması ve onu baştan çıkarıp, hamile bırakmasıyla devam etmiştir. Kaynaklar Ninlil’in yaradılışı ve nereden geldiği hakkında hala net bir yanıt verememektedir. Bu arada Ninlil, Ay tanrısı Nanna’yı doğurdu. Nanna’nın karıı olan Ningal; güneş tanrısı Unı ve Venüs olarak adlandırdığımız parlak yıldızın tanrıçası İnna’yı doğurdu. Nanna, Utu ve İnanna yüce astarlı üçlü An, Ki, Enlil üçlüsüne göre, ikincil önemde olmalarına rağmen, insanlık tarafından kendi ışıklarıyla karanlığı kovma sorumluluğunu taşımaları açısından daha fazla önemsendiler ve sevildiler.

Ay, Güneş ve Venüs, Sümerler tarafından diğer tanrı tanrıçalar gibi, insan formunda insani duygulan ve gereksinimleri olan varlıklar gibi biçimlendirildiler. Tanrılara yiyecek sağlamakla görevli olan sığır tanrısı Lahar ve tahıl tanrıçası Ashnan’ın görevleri başında uyuya kalmaları Namnu ve doğum tanrıçası Ninmah’ın tek amaçlan tanrıların beslenmesi için tahıl ve adak hayvanları sunmak olan çamurdan insanı yaratmasına yol açtı. Bu nedenle Sümerler kendilerinin tanrıların kölesi olduğuna inanıyorlardı. Sümerler, dünyayı tatlı su okyanusunda yüzen, gökyüzüne 14 uzanan yüzeysel dağlan olan bir düz, yassı olarak hayal ederlerdi. Ay tanrısı Narına bir kayıkla cennete giderken düşünülürdü, güneş tannsı Utu bir savaş arabası kullanıyordu. Yeraltı ise ölülerinin ruhlarının saklandığı dönüşü olmayan ve yedi duvar ile çevrili sonsuz ve karanlık bir mağaraydı. Bu sıkıcı yeraltı dünyası INANNA’nın kız kardeşi ERESHKİGAL ve onun kocası olan savaş tanrısı MERGAL tarafından yönetilirdi. Başlıca 1 3 Sümer kentinin sahibi ve her kentin gereksinimlerini karşılayan kendi tanrısı ve tanrıçası vardı. NANNA, Ur kentinin, UTU, Sippur ve Larsa’nın ve İNANNA Uruk kentinin baş tanrılarıydılar. Şehrin kralının bu tanrı ve tanrıçalar tarafından yönetime getirildiğine ve onların yeryüzündeki temsilcisi olduğuna inanılırdı. Savaş sonunda bu şehrin zenginleşmesi doğal olarak o şehri temsil eden tanrının gücünü artırırdı. M.Ö. 3000 yıllarının ortalarında LAGASH kentinin Ur, Uruk ve Umma kentlerini yenmesi, Lagash’ın tanrısı olan NİNGIRSU’ya büyük güç kazandırmıştı. Bunun neticesinde NİNGIRSU ilahi tanrılanrı. şampiyonu diye isimlendirilmiş ve ORİON takımyıldızına kendi kimliğini vermişti. M.Ö. 2400 yıllarında Sümer kentleri komşuları AKAD’lar tarafından istila edildiklerinde büyük bir şok yaşadılar. Şimdiki orta Irak’ta, Sümerlerin kuzey batısında yerleşik olan Akadların medeniyetleri Sümerler ile aynıydı ve Sami dilini konuşuyorlardı. Bu istilayı yöneten Kish kentinin kralı Sargon Akad imparatorluğunu kurmasının yanında bu başarısını yönetici tanrıçası olan Inanna’ya da aynı gücü yansıttı. Sargon’un hakimiyeti 55 yıl, Akad imparatorluğu ise 1 yüzyıl daha sürdü. M.Ö. 2230 yıllarında Akad imparatorluğunun çöküşü SIHAR – KALİ – SIHARRI yönetimi sırasında meydana geldi. Bazı Sümer kentleri Akad yönetiminden ayrıldılar. Akad orduları Zagros dağlan doğusundan gelen, şefleri Guti olan istilacılar tarafından yenildiler.

Bu savaşlı ve belirsizliklerle dolu dönemi M.Ö. 21 13 – 20% yılları arasında hüküm süren Ur kentinin kralı UR – NAMMU’nun 15 Uruk kenti kralı UTU HEGAL’i yenmesi, Sümer ve Akad hükümdarı olması ile sona erdi. Ur-Nammu “Tanrıça Nammu’nun adamı” anlamını taşımaktadır ve (koruyucu tanrısı olan) Nammuya doğumunda adanmıştır. İnsanlığın gelişmesine yardım eden Nammu adıyla anlamlandırılan bu kral Sümer rönesansı da başlatmalıydı. Ur – Nammu hızlı bir şekilde sulama kanallarının kazılmasını organize etti, çiftçiliği ve ticareti geliştirdi, güzel sanatların ilerlemesini sağladı ve tanrıların yer yüzündeki temsilcisi olduğunun farkında olarak harab olmuş tapınakları yeniden yaptırdı. Bu ·son çalışma onu Ziggurat olarak anılan büyük basamaklı kuleleri inşa ettirmeye yöneltti. Bab – ilim veya Babylon (Babil) kentinde olan bu ziggurat İncilde de şöyle geçer “ve söylediler, öyle bir şehir ve kule yapalım ki tepesi cennete erişsin ve öyle bir isim verelim ki bütün dünya bizi tanısın ve Babil adını verdiler” (Genesi 1 1 .4). En büyük Zigguratlar 150 ft (381m) yüksekliğindeydi. İnşa edilmesi için inanılmaz derecede işbirliği içerisinde çalışılması gerekmekteydi. Hala daha esas olarak inşa edilmelerinin sebebi bilinmemekle beraber, astronomik gözlemler için kullanıldıkları sanılmaktadır. Ancak Zigguratların bu kadar yüksekte inşa edile mesi; o kentin tanrı veya tanrıçasının insanlarıyla konuşabileceği yeryüzündeki temas noktası olarak ele alınması daha doğru olacaktır. Bu fikir Yunanlı tarihci Herodolt’un Babilin zigguratı için yazdıklarıyla da desteklenmektedir. Ur – Nammu’nun M.Ö . 2096 yılında bir savaşta ölmesinden sonra oğlu Shulgi ölüm tarihi olan M.Ö . 2048 yılına kadar Sümer ve Akad devletlerini yönetti. Babasının başlatmış olduğu Ziggurat inşaatına ve tapınakların imarına devam etti; yaşamı boyunca tanrı gibi tapıldı. Daha sonra oğlu Amar – Sin babasını takip etti, kendisine “ülkesine yaşam veren tanrı” olarak hitab edilmesini istedi. Ölümünden 9 yıl sonra yerini erkek kardeşi Shu – Sin aldı (M.Ö . 2038 – 2030). Shu – Sin’ in oğlu talihsiz İbbi – sin iç ayaklanmalar, ve kısa bir süre sonra Suriye çölünde yaşayan Amorites’ın istilasıyla karşılaştı. Bu dönemde Sümer halkı vahşet içindeydi.

Uzun ve zorlu 16 uğraşlardan sonra ordusunu toplayan İbbi – Sin Amorites’i bozguna uğrattı. Ancak İranda yaşayan Elamites’in saldırılarından Sümer ve Akadları koruyamadı. M.Ö. 2006 yılında başkent Ur’u kuşatan Elamites Sümer ve Akad imparatorluğunun yıkılmasını sağladı, halk ya öldürüldü veya açlıktan yok oldu. Bu yöreye yabancılar yerleşti . Bu uzun ve olaylarla dolu dönem hemen hemen M.Ö. 3000’li yıllan kapsar. Bu dönemde çeşitli Astronomik gözlemler yapılmış ve yıldızların etkilerine ait teoriler geliştirilmiştir. Yıldızların Sümerler tarafından gözlemlenmesi dini bir davranıştı. An’ın gökyüzü tanrısı olarak kabul edilmesine rağmen, gökyüzünün kendisi tanrı olarak kabul edilirdi. Hava tanrısı Enlil’nin kızgınlığını kasırga ve fırtınalarla ifade ettiğine ve gökyüzünde bir sarayda oturduğuna, kendisine ait üzerinde yürüdüğü yıldızlardan oluşan Enlil yolu adı verilen bir yolu olduğuna inanılırdı. Yıldızların her biri ikincil tanrılar olarak göıiilür ve kendilerine An’ın askerleri denilirdi. Gökyüzünü yüce üçlü yönetirdi. NANNA – ay, UTU – güneş, INANNA – venüs. Bir Sümerli veya Akadlı gökyüzüne baktığı zaman tanrıların bakışı ile karşılaşır, merak, şaşkınlık ve saygı hisleri ile dolardı. Her görebildiği obje, görülemeyen ruhsal bir varlık ile bütünleşmişti. Bu herkesin düşüncesini bilir, davranışlarını yargılar ve onu hem kutsar, hem de cezalandırırdı. Sümerler düzenli olarak gökyüzünü gözlemlediler ve gözlemlerini kil tabletlere yazdılar. Bu gözlemler neticesinde Ayın sabit bir yöıiingede gittiğini, ki biz buna “Ecliptic (Ekliptik)” diyoruz, ve bazı yıldızların gidiş yönlerini değiştirdiklerini “gezinen yıldızlar” olduklarını tespit ettiler. Bu gezinen yıldızlar ( Yunan terimi ile kullanırsak planetler) gezegenler diğer yıldızlara bağlı, ikili olarak durumlarını muhafaza ettikleri için diğer yıldızlardan ayrılardı. Bunların içinde en önemlisi Sümerlerin tanrıça lnanna diye adlandırdıkları Venüs gezegeniydi. Venüs’ün Günq ile yakın ilişkisi Sümerleri Inanna’nın güneş tanrısı Unı’nın hem kardeşi hem de karısı olarak düşünmelerine sebep olmuştur. 01ger gözlenebilen gezegenler olan Merkür, Mars, Jupiter ve Satürn’e Sümerliler daha az ilgi göstermişler. Merkür akıl tanrısı 1 7 Nebo, Mars savaş tanrısı NERGAL, Jupiter MARDUK, Nebo’nun babası ve Satürn akıl ve yaşlılık tanrısı NİNİB olarak Sümerlerin Babil zamanlarında isimlendirilmelerine rağmen fazla ilgilerini çekmemiştir. Ay tanrısı Nanna’nın ana tapınağı Ur kentindeydi ve tapınağın duvarlarında uzun sakalı olan yaşlı bir erkek olarak tasvir edilmekteydi.

Ayın bu düzenli bir şekilde büyümesi 14.5 günü tutuyordu ve aynı şekilde küçülmesinde aynı zaman süresini kapsıyordu. Bir ay denilen bu zaman dilimi, Sümerlere zamanı ölçmede ana prensip oluyordu ve bu yüzden Narına “zaman ölçer” olacakta tanımlanıyordu. Ayın bu düzenli dönüşümü gizi ve karşılığında aklı önerdi, çünkü ay geceye ışığını verdiği için, Narına suçun ve günahın düşmanıydı. Ay tutulmaları Sümerler arasında şaşkınlıklara neden oldu. Her akşam Ay bir “kufa” (guffah) içinde bu yörüngeyi tamamladığı söylenirdi. Güneş tanrısı Utu, her sabah arabacısı Bunene tarafından sürülen savaş arabasına binerek, doğunun dağındaki kapıdan geçerek dünyaya ışığı getirirdi. Utu sadece geceyi fethetmekle kalmadı aynı zamanda, cesaret, enerji ve yiğitliği de aşıladı. Narına gibi Utu’da hırsızları, talan edenleri, günahkar amaçlar için gecenin avantajından yararlanmayı ümit edenleri uzaklaştırdı. Bunların hepsinin cennetteki stratejik yerinden görebildiği için de adalet tanrısı olarak da anıldı. Utu aynı zamanda kehanetin de tanrısıydı. Tanrıların isteklerini açıklar ve geleceğin kahinler aracılığı ile bilinmesini sağlardı. Sümerlerin zamanında Utu’ya ait en önemli tapınağın bulunduğu Sippur kenti kehanetin merkezi idi. Utu aynı zamanda Larsa’nın ve daha sonraları Babilin de baş tanrısı idi. Yüce üçlünün son tanrısı Utu’nun karısı ve kız kardeşi uian Venüs gezegeniyle tammlanan Inanna’dır. Cennetin kraliçesi ünvanı lnanna, akıl tanrısı Enki’ye ait olan kaderin levhaları nı çaldığı söylenir. Gökyüzünde gemisi ile bu levhaları tanrıçası olduğu Unık kentine getiren Inanna aynı zamanda insanlığa medeniyetin lütfunu da getirmiş oldu. Yine de biz, Sümerlerin Inanna’yı yardımsever bir tanrıça olarak gördükleri konusunda 18 yanılmış olabiliriz. Aslında o savaş tanrıçasıydı ve onun davranışları, kız kardeşi ölüm tanrıçası Ereshkigal tarafından yönetilen yer altı dünyasının nüfüsunu arttırmaktaydı. Venüs’ün gün batımı sırasında görünmesi kötü kehanet sayılırdı, o zaman ağıt yıldızı diye isimlendirilirdi. Bu tesirler zaman içerisinde incelediğimizde ve daha sonraları lnanna’nın aşk tanrıçası olarak isimlendirildiğini görürüz. Inanna’yı Yunanlılar Afrodit, Romalılar ise Venüs olarak isimlendiriyordu. İnsanların kalplerindeki arzulan harekete geçiren ve hayvanların çiftleşmesini sağlayan tanrıçaydı. lnanna’nın sayılan çok olan aşıkları ona kapıldılar, aşık oldular ve sonradan pişman olarak yaşadılar. Bir seferinde lanetini, hasat tanrısı olan kocası Dumuzi’yi önünde diz çökmediği için yer altına göndermede kullandı.

lnanna ve Dumuzi, Uruk kentinin yönetici tannlarıydı. Bu üç tanrı, hep birlikte bireyin yaşamındaki en önemli parçasıydı. Karanlığa eşlik eden ruhlarla birlikte karanlığı kovdular; ki bu kötü ruhlar hastalıkların ve deliliğin oluşmasından sorumluydular, günahkarları cezalandırdılar, ekinlerin büyümesini sağladılar, zamanın gidişini ayarladılar, aşkta ve savaşta iyi şansı verdiler, akılcı olmayı sağladılar, ölümün ne zaman ve nasıl olacağını kararlaştırdılar. Sümerlerde aynı bizim gibi hayatta ve duygularda inişleri ve çıkışları yaşadılar ; neşe ve keder, aşk ve nefret, doğum ve ölüm, dostluk ve yanlızlık ve daha niceleri gibi Ancak tanrıların dürüstlüğü ve alçakgönüllülüğü mükafatlandırdığına ve böyle olmayanları cezalandırdığına inanmalarına rağmen, iyinin acı çektiğini ve kötüniin bollukta olduğunu gördüler. Hayatın gerçeklerini anlamaya çalışan sümerli rahipler yıldızların hareketlerini inceleyerek küçükde olsa bir yol aldılar. İlk bulgular çok basit şeylerdi. Yeryüzünde meydana gelen bir olayın, gökyüzündeki yıldızların hareketleri ile aynı zamana rastladığını fark ettiler. Bu eş zamanlamanın daha sonra tekrarlanması ile olaylar arasında bağlantılı olduğunu düşündüler. Bunun sonucunda Sümerler matematiksel gerçekleri 19 farketmeye başladılar.

Gökyüzündeki yıldızların hareketi, ay tutulması ve Venüs’ün görülmesi ve yok olması hep önemli olaylar ile birlikte oldu. İşte bu tahmini astrolojinin başladığı ilk zamandır. Sümerlerin yaptığı bu tahminler 1500 yıl sonra ASUR’lar arasında da görülmektedir. Yıldızlardan edinilen bütün bu bilgiler sadece ve sadece kralın özel bilgileriydi. Kral tanrıların yeryüzü temsilcisi ve insanların yöneticisi olarak, tanrıların isteklerini yerine getirmekte yükümlüydü ve tanrıların kutsamalarını da sağlamak zorundaydı. Eğer kral tanrıların ne yapacağını biliyorsa, bunu halkın menfaatleri için kullanma imkanı buluyordu. Mısır firavununun rüyasında 7 sene bolluğu ve 7 sene takip edeceğini öğrenmesi gibi. M. Ö.900 yılında Sümer veya Akad ülkesi Kuldu veya Kaldean diye bildiğimiz kavim tarafından istila edildi. Babil başkent oldu. Üç yüzyıl içerisinde Asurluları tehdit edilecek kadar güçlendiler ve M.Ö.612 yılında Asur başkenti Ninaveh’ı harap ettiler ve mezopotamya’nın hakimi oldular. Kaldean imparatorluğu; Pers imparatoru Lyrus’un M. Ö.39 yılında tahta geçmesi ile sona erdi. Kaideliler ciddi olarak yıldızları incelediler ve bugün bildiğimiz astrolojiyi oluşturdular. Onlar güneşin de diğer gezegenler ve ay gibi belirli bir eksende gezdiğini fark ettiler ve Sümer zodiak’ında 18 olan burç sayısını 12′ ye indirdiler. “Sun Sign” astrolojinin temelini oluşturdular, Güneşin insan karakteri ve duyguları üzerindeki etkilerini çözdüler. Her bir 12 zodiak işaretini 30′ ar derecelik açılara böldüler ve bu, güneş, ay, ve gezegenlerin pozisyonlarını daha gerçekçi olarak görünmesini sağladı. Kaideliler bu yeni zodiak’daki yıldızlara yeni isimler verdiler, ki biz bunları bu günde kullanıyoruz. Goat – Oğlak – Capricorn, Lev Aslan-Lion, Crab – Yengeç Cancer gibi. Bazı isimlerde günümüze Sümer tekstlerinden yanlış tercümeler ile gelmiştir. AGAMEMNON dönemi diye bilinen Perslerin Mezopotamyadaki hakimiyetleri döneminde kişisel horoskop ortaya çıktı. Güneş, Ay 20 ve gezegenlerin yerlerinin ve hareketlerinin Zodyak’da bulunmasından sonra bireyin doğuşu, karakteri ve kaderi sembolleşmiş oldu. Hiç kimse bu büyük adımın ne zaman ve nasıl olduğunu bilmemekle beraber krallara ve yöneticiye ait bir ayrıcalık olmadığı kesin olarak ortaya çıkmıştır. Başka türlü söylersek, astrolojinin herkese uygun bir durum olduğu anlaşıldı.

Bir Cevap Yazın