Osmanlı Cellatları ve Kan Donduran Tarihi

“Hükmü sultan olmazsa ,hata gelmez cellatdan ” ..” Billahi hiç birinin çehresinde nur kalmamış,zehir gibi adamlardır..”

Evliya Çelebi…..

Cellatlık mesleğinin tarihi Türkiye’de 15, 16. yüzyıllara kadar uzanıyor. Asayişten sorumlu olan Bostancı Ocağı’na bağlı olarak kurulan Cellât Ocağı’na… Ama ondan önce idam denince akla gelen Balıkhane Kasrı’nı idamlık siyâsî mahkûmların üç gün bekletildikleri zindanı hatırlamak gerekiyor. Gülhâne Parkı’nın sâhil tarafındaki idamlık mahkûmlar, önce bu kasra gönderilir, suçu Divan-ı Humayun’da sâbitleşince üçüncü gün kendisine kızıl kadehte bir şerbet sunulurdu. Dünyadaki son nasîbi olan buz gibi şerbeti içen mahkûm, zindandan çıkarılıp, Topkapı Sarayı’ndaki Cellât Çeşmesi’ne getirilir ve taşın üzerine başı konularak Cellâtbaşının güçlü bir kılıç darbesiyle îdâm edilirdi. Zaman zaman sayıları 70’e ulaşan cellâtların liderliğini yapan adamdı Cellatbaşı. Mühim adamdı çünkü devlet adamlarının infâzını o gerçekleştirirdi. İnfazdan sonra kanlı palalar, satırlar, bu çeşmede yıkandığı için Cellât Çeşmesi denmişti bu çeşmeye.. Nam-ı diğer Siyâset Çeşmesi…Cellatların namı ise “Meydân-ı Siyâset Ustası”ydı.

Ürkütücü yüzlerini kapatan giysileri ile ,içlerinden en ünlüsü “kara Ali ” lakaplı öldürdüğü insan sayısını bilmeyen zattır..

Topkapı sarayında Bab-ı Hümayün ile Babu Selam arasındaki duvar önünde sag tarafta siyaset çeşmesi denilen çeşme ” cellat çeşmesi” dir..Siyaset mahkumlarının başları burada kesilir ,oradaki ibret taşının üzerinde sergilenirdi…Satır veya bıçaklar bu çeşmede yıkanırdı..Uzaklarda kesilen başlar bal torbasına konup saraya getirilir vücut infaz olunan yere gömülürdü..

Padişah ,şehzade ,valide sultan hanedan mensuplarının kanının yere akması uygun olmadığı için bu eski bir Türk gelenegidir, yay veya kementle boğulurdu…Aynı uygulama bazen yüksek rütbeli memurlarada uygulanırdı..Devlet erkanı veya siyasi mahkumlar evlerinde ,sarayda veya hapsoldukları yerde infaz edilir ,bostancı başı veya cellatlar emri bildirir abdest alıp namaz kılmasına ve son arzusunun yerine geitirilmesine musaade edilirdi….Ordu mensubunun önce rütbeleri alınır sarığı çıkarılı ,yakası yırtılır, vebu işlemi bir üstü yapardı…Cesedi denize atılırdı ,yeniçeriler başı kesilerek infaz edilirdi…

Şeyhülislam ,ulemalar siyasi faaliyetlere karışırsa katledilir genellikle sürgün edilirdi…Kadınlara farklı şekilde infaz uygulanır,fahişeler sag olarak çuvala konup denize atılır,veya işlediği bir suçtan dolayı yine çuvalla idam edilirdi..

Bir mahkum cellada verildimi ,üzerinden çıkan herşey onun olur ve bu eşyalar senede bir veya iki kez mezatla satılırdı kazanç cellatlar arasında taksim edilirdi fakat bu eşyaları almak çok cazip degildi.

Hayatta iken bile çok meşhur bir-ikisi hâriç, isimleri dahi bilinmeyen cellâtlar, evlenemedikleri ve insanlar tarafından istenmedikleri için, hayatta yapayalnız, ölürler ve isimsiz mezarlara gömülürlerdi. Böylece mezarlarına bir saldırı yapılması engellenirdi. Beddua dışında bir dua da alamazlardı cellatlar. Halk onları ne kadar sevmezse sevmesin, onların da kendilerini savundukları sözleri vardı elbet. “Hükmü sultân olmazsa, hatâ gelmez cellâttan.” sözü en bilineniydi. Sevilmedikleri için mezarları, halktan ayrı olurdu. İstanbul’a ilk karın yağdığı yer olduğuna, son karın da yine oradan kalktığına inanılan ve İstanbul’un en uç noktalarından biri kabul edilen Karyağdı Tekkesi’nin 100 metre ilerisindeki Cellât Mezarlığı’na defnedilirlerdi. Cellatların kimsenin uğramadığı Karyağdı bayırına gömülmesi onların sürgünü kabul edilirdi. Mezar taşları da yazısız ve şekilsiz olurdu. Hâlbuki Osmanlı mezar taşlarındaki kavuk, sarık, fes gibi işâretlerden hangi dönemde yaşamış olduğunu, mesleğini, cinsiyetini, hattâ ölüm sebebini anlayabilirdiniz. Cellâtların mezar taşının ise mezar taşı olduğu bile belli değildir. 1.5 metre boyunda bir küfeki taştan ibârettir. Sessiz, sedâsız, isimsiz ve duâsız mezar taşlarıdır cellât mezar taşları. Çünkü “ruhuna bir fatiha” ricâsı bile yoktur. Dünyada bir örneği daha bulunmayan Eyüp’teki Cellât Mezarlığı da bir açık hava müzesi gibi korunması gerekirken ıssız ve sessiz ecelini bekliyor orada. Alelâde bir taş zannedildiği için niceleri sökülüp atılmış. Bir devrin korkulan insanlarının yanına şimdi minicik çocuklar dahi defnediliyor. Bilseler bu biçimsiz taşlar altında yatan ne isimsiz cellâtlar olduğunu…

Bir Cevap Yazın