Polis Devleti, Oligarşi, Tiranlık Ve Demokrasi

Yalnızca % 25’i ekilebilir Yunan topraklarının, cömertçe sunduğu ikisi bitkisel birisi hayvansal üç zenginlik kaynağı vardır: Üzüm, zeytin ve keçi üretimi. Eski Yunan uygarlığı, Girit Adası’nda denizin sağladığı imkânlara bağlı olarak oluşmuştur. Ada ele geçirilmez gibi göründüğü için sakinleri, ekstra bir savunma yapılanmasına girmeyip deniz ticaretine yoğunlaştılar. Ticaret kaynaklı zenginlikleri Giritlileri, tarım işçisi ve tayfa ihtiyacı için dışarıdan nüfus ithaline sevk etti. Zamanla adada çalışan ama yetkisi olmayan sömürge birlikleri oluştu.

Girit tüccarları ile tanışan ve kısa sürede adalıların üstünlüğüne hayran kalan Mora Yarımadası sakini Akalar, onların uygarlığını benimsediler. Yarımadanın Polis adı verilen Miken (Mykenai), Tirins (Tyrinte) gibi birçok şehir kurup yeni bir uygarlık oluşturdular. Şehrin en merkezî yerine de kendilerini güvende hissedecekleri savunması kolay, içerisinde konsey, hükümet ve kamu binaları ile tapınağın bulunduğu bir yer ihtiyacından doğup şekillenmiş, Akropolis’i yaptılar. İktidar sahipleri Akropolis’te diğer vatandaşlarsa çevresindeki evlerde otururlardı.

Siyasal ve sosyal yaşamın örgütlendiği kent devletlerinde, hiçbir zaman birleşik bir Yunan Devleti kurma iradesi doğmadı. Hepsinde üç ortak kavram gelişti: özgürlük, bağımsızlık ve kendi kendine yeterlilik. Yönetici kişilere tanrısal meziyetler vermediler. Siyasi tarihlerine önce monarşi ile başladılarsa da zamanla büyük çiftlik sahibi aristokratların, kralların yönetimine müdahale süreci MÖ VIII. yüzyılda, iktidarın aristokratlara geçmesi ile başarıya ulaştı. Böylece kent devletleri oligarşi ile tanıştılar. Oligarşik hükümetin üyeleri mülki, askerî, adli ve dinî işleri aralarında paylaştılar.

Ekonomik ve sosyal hayatta, köylüler ile aristokratların dışında kaynağını ticaret ve paraya borçlu zengin-girişimci tüccar bir sınıf meydana geldi. Bu oluşumda coğrafyanın yönlendirmesi ve Giritlilerin rol model alınması şüphesiz etkili oldu.

Yeni sınıfın, iktidardan adalet ile birlikte kendilerinin mecliste temsil edilmesi talebinde bulunması neticesinde, kent devletlerinde yeni siyasal rejimler şekillendi. Bunlar tiranlık ve demokrasi rejimidir. Yeni rejimlerin en iyi izlenebildiği kent devleti de Atina’dır. Atina’ya coğrafya; maden bakımından zenginlik ve liman gibi iki nimet daha sunmuştur. Sanayi ve ticaret imkânlarından yararlanamayan Atina vatandaşları giderek yoksullaştı ve borçlarını ödeyemez hâle geldi. Zengin aristokratların kölesi oldu. Meclis üyesi olan aristokratlar, daha önce başlatmış oldukları kralın yönetimine müdahale sürecinin meyvesini nihayet aldılar. Dini işler dışında kralın tüm yetkilerine MÖ VII. asırda ele geçirdiler. Kentte böylece Oligarşik rejim doğdu. Soylu ailelilere mensup aristokratlar, krallığı yönetme hakkının sadece kendilerinde olduğunu savunuyorlardı ki bu anlayışla sürdürülen idare tarzına Oligarşik yönetim denmiştir.

Oligarşik yönetim, şehrin orta sınıfının yok olmasına yönelik siyaset uygulamaya başlayınca, bu sefer gelişmeler Tiran (Tyran) denilen sivil diktatörlerin iktidarı ele geçirmesine yol açtı. Tiranlar, yasalara aykırı bir şekilde halkın desteğini alarak bir darbe ile iktidarı ele geçirdiler. Tabi idare ederken de kendileri tek otorite oluyordu. Böylece Oligarşik rejim, Tiranlık rejimine dönüşmüş oldu.

Tiranlar halkın sevgisi ve desteğini kazanmış kişilerdi. Tiranların bazıları kentte halk ile aristokratlar arasında uzlaşı sağlayıp iyi işler yaparken, kimileri despotik bir yönetim sergileyip halkın nefretini kazandılar.

Demokrasi ise olumsuz tiranlık korkusu ve muhalefetinin getirdiği bir yeni idare şekli olarak Atina sayesinde insanlık tarihine girdi. MÖ 632’de Atinalı aristokrat Kylon(Kilon), tiranlık ya da diktatörlük kurma girişiminde bulundu. Atinalılar ise tedbir olarak, onun otoritesinin üzerinde olacak yasaları hazırlamak üzere MÖ 621’de Drakon’u görevlendirmişlerdir. Yasa koyucu ve reformcu görevli silsilenin ikinci ismi MÖ 594’de Solon oldu. Solon’un yasa ve reformları ile sınıf çatışmalarının ve tiran korkusunun artık yaşanmayacağı düşünülürken Tiran Peisistratos (Peyisistiratos)’un ölümünden (MÖ 528) sonra tiran olan iki oğlu başarılı olamadı. Halk MÖ.508’de üçüncü bir reformcuya Kleistenes’e görev verdi. Kleistenes, şehir halkını her meslek ve sınıftan kişiyi bir mahalli organizasyon içinde toplayan demoslar (Demos=halk) temelinde bir meclis oluşturdu. Demokrasi terimi işte buradan gelmektedir. Ayrıca tiranlık hevesinde olanları engelleyecek olan bir mahkeme olan Çanak-Çömlek mahkemesini (Ostrakismos mahkemesi sürgün kararlarını çömlek parçaları üzerine yazardı.) kurmuştur. Sonuç olarak reformcular sayesinde Atina’da adım adım gelişen Yunan demokrasisi doğdu. Ancak bu temsili demokrasi değil doğrudan demokrasi idi.

İtalya’da Etrüskler, MÖ VI. yüzyılda Roma’da dâhil Latium bölgesini hâkimiyetleri altına aldılar fakat aynı yüzyılın sonlarına doğru Roma’nın Patricii (Babalar) denilen soylu aileleri, kentin Etrüsk Kralını MÖ 509’da yılında kovdular. Son Etrüsk Kralı’nın zulmünden nefret eden Roma’nın soylularına göre devleti yönetmek bir kişinin ya da kralın imtiyazı olamazdı. Onlara göre yönetmek tüm halkın, kamunun işiydi. Bu nedenler soylular, Roma’da kurdukları yeni rejime, “Res Publica” dediler. Böylece Roma’da krallıktan cumhuriyet rejimine geçilmiş oldu. Bugün İngilizce ve diğer batı dillerindeki cumhuriyetin karşılığı işte Romalı Baba denilen soylu ailelerin gerçekleştirdiği yeni rejimden gelmektedir.

Düşünce gerçekleşene kadar güzeldi ancak gerçekleşince devreye yüksek menfaatler girdi. Patriciler, cumhuriyetin yönetimini kendi tekellerine alırken toplumun geri kalan sınıfını (Plepeler ki temelinde yine bir yenilgi ve zafer yatan mücadelede yenilen taraf olan Roma’nın iki sınıfından diğeridir.) yönetme işinden uzak tuttular. Ortaya tam hukuklu Roma vatandaşları ile az hukuklu Roma vatandaşı şeklinde tanımlanan iki sınıfl k bir hukuki düzen çıktı. Roma’nın soyluları, Cumhuriyetin yönetiminin esaslarını şu şekilde düzenlediler. İlk olarak devlet yönetimini halk tarafından seçilmiş adına magistrat denilen iki kamu görevlisine (consül) bıraktılar. Emretme / yönetme gücü ve yetkisine ise yalnızca birisinin (kura ile ya da sırayla) sahip olacağı görevdeki Consül (Konsül)’ün diğer meslektaşının onayı olmadan hiç bir icra yetkisi yoktu. Romalılar askeri ve mülki idareyi bu iki yöneticiye (Consül) bıraktılar. Ayrıca yine ikili yönetim ilkesi ile çalışan görev süresi 1 yıl olan adlî, malî ve îmar işlerinden sorumlu altı consül daha atadılar.

Devleti yöneten magistratların hiç birisinin diğerinin görev alanına müdahale yetkisi yoktu. Kurumlar ve kuvvetler ayrılığı ilkesi uygulanıyordu.Son olarak askerî ve mülkî idareden sorumlu iki Consül’ün başarılı olamadığı ya da savaş gibi tek otoriteye ihtiyaç duyulduğu olağanüstü hallere yönelik olarak Diktatör makamını kurdular. Diktatör, tüm konsüllere emretme yetkisi ile donatıldı. Görev süresi altı ayla sınırlandırıldı. Görev sırası ve sonrasında suçlanamaz ve yargılanamazdı.

Bir Cevap Yazın