Orta Çağ’da Askerî Organizasyonlar Ve Toplumsal Yaşam

Coğrafi şartlara göre şekillenen yaşam koşulları dünyanın her yerinde aynı değildir. Yaşam şekilleri toplumların şekil ve güç verdiği devletlerin yapısına ve savunma konularına da doğrudan etki yapmıştır.

Yerleşik bir hayatın sürdüğü Roma İmparatorluğu’nda sahra ordusu denilen büyük çağlı çoğunluğu piyadelerden oluşan askerî kuvvetleri vardı. İç kesimlerindeki askerî kuvvetler, bir nevi polis kuvveti olarak asayiş ve huzuru temin için hizmet vermiştir. Asyalı kavimlerin Avrupa’da görülmesiyle başlayan Kavimler Göçü sonrasında devlet engellenmesi imkânsız bu davetsiz misafirlere önce arazi gösterip çiftçilik yapmalarını istemiş sonradan çete şeklinde birleşmiş savaşçılar olarak vilayetlerinde garnizon komutanlığı kuvvetleri şeklinde istihdam etmiştir. Örneğin Bizans imparatorluğu, Germenlerden devşirilen seçkin vurucu timler kurmuştur. Denize kıyısı olan her devlet kıyı güvenliği ve deniz ticareti emniyeti için deniz kuvvetlerini de kurmuştur. Bizans 670’lerden itibaren deniz birliklerinde Rum ateşi denilen suda bile yanma özelliğine sahip alev toplarını kullanmaya başlamıştır. Bizans imparatorluğu, saldırgan ve hızlı saldırılara karşı klasik askerî yapılanmaları yetersiz kalınca nakit para karşılığında profesyonel asker istihdamı yoluna gitti. Piyade ve süvari olan bu profesyoneller, Rus Norman, Türk Frank ve yerli paralı askerlerden oluşturulmuştur. Rus ve İskandinavlardan oluşan Vareng Muhafızları profesyonellerin en ünlüsüdür. Yabancılara askerî hizmetleri karşılığında X. yüzyıldan itibaren toprak verilmeye de başlanmıştır. Örneğin; Peçeneklere ve Sırplara Anadolu’da, Kumanlara Makedonya’da toprak verilmiştir.

X. yüzyılda Doğu Roma İmparatorluğu batı ve balkan sınırlarında kilit noktalarda küçük bağımsız tampon vilayetler kurulması yoluna da gitti. Bu yapılanmanın öncelikli işlevi savunmaydı. V-IX. yüzyıl döneminde Avrupa’da ortaya çıkan feodal sistemin içerisinde paralı profesyonel bir savaşçı tipi olarak şövalyelik kurumu gelişti. Önceki dönemlerde atın gücünü sadece tarımsal üretimde değerlendirmiş olan Avrupalılar, Kavimler Göçü sayesinde Bozkır kavimlerinden yeni koşum takımları, demir nallar, üzengi ve atlı hücum süvarilerini öğrendiler. Bu bilgi Avrupa’da tam donanımlı atlı savaşçılar olan soyluların ve şövalyelerin, krallar ile köylüler karşısında güçlenmesini sağlayan yeni bir sınıf ve askerî güç oluşturmuştur. Birinin şövalyesi demek ondan bir fief alıp hizmetle yükümlü hâle gelmesi demekti. XI. yüzyılda bir kilise rahibi yönetiminde yemin ederek kılıç kuşanma töreni ile yüceltilen şövalyeliğin Tapınak Tarikatı(1119 Temple Tarikatı) gibi tarikatları dahi kurulmuştur. Tabi yeminle şövalye olanlar dar bir soylu zümrenin çocuklarıydı. Başlangıçta soylu çocukları ile nadiren servet ve güç sahiplerinin nüfuzları bu sınıfa girilebilirken XIII. yüzyılın sonlarında krallar para karşılığında zenginlere şövalyelik unvanı ve yetkisi vermeye başlamışlardır. Orta Asya ise tarıma elverişli olmadığı için insanların ana geçim kaynağı hayvancılık olmuştu. Türkler ve Moğollar hayvanlarını doyurabilmek için sürekli otlak arayışında olduklarından göçebe bozkır kültürü ve yaşam şekli gelişmiştir.

Yerleşik hayattan farklı olarak toprağa bağlılık hissetmeyen atın sağladığı kısa sürede uzun mesafeler alabilme yeteneğine sahip olan bozkır kavimlerinde önemli olan hayvan sürülerinin sağlığı ve otlakların yeterliliğidir. Bu nedenle konargöçer yaşamın insanında, toprağa bağlı ve zorda kalınca köle olmayı dahi kabul eden “teslimiyetçi bir ruh” anlayışına rastlanmaz. Bağımsız, mücadeleci, çalışkan, girişimci ve özgüveni yüksek kişilik yapısına sahiptir. Geçim kaynağına bağlı olarak hayvancılık, çadır yapımı, dericilik, dokumacılık, et ve süt ürünleri üreticiliği, maden işlemeciliği, özel mülkiyet gelişmiştir. Batı dünyasında görülen kale, şehir tapınak unsurları, ruhban sınıfı, şövalye, soylu gibi maddi yapı ve sınıflar, bozkır kavimlerinde yoktur. Diğer ihtiyaçlar ya ticaret ya da Çin örneğinde olduğu gibi gerçekleştirilen akınlarla elde edilmiştir.

Konargöçer yaşam tarzında askerlik özel bir meslek değildir. Cinsiyet ayırmaksızın zor şartların üstesinden gelebilmek için yeri geldiğinde herkes asker olarak mücadele verir. Bu özellikten dolayı Türkler için “Ordu Millet” tanımlaması yapılmıştır. Türkler bozkır genelinde boylar hâlinde yaşamıştır ve her boy sülalelerden oluşmuştur. Töre denilen yazılı olmayan kurallarla disiplinli bir hayat sürülen bozkır hayatında dayanışma esas alınmış, savaş zamanı boy beyleri kendi askerleri(sü) ile hükümdarın (Kağan) ordusuna katılmışlardır. Ordu onluk sisteme göre idare edilirdi ki Cengiz Han da Moğol ordularını teşkilatlandırırken bu sistemden yararlanmıştır. On, yüz, bin, on binlik kitleler şeklinde teşkilatlanmış orduda gerçek hayattaki kesin itaat ve disiplin aynen devam etmiştir

Çok hızlı hareket edebilen orduların savaş tekniği at nalı ya da bozkurt taktiğine dayanmıştır. İnatçı ve dirençli ama sayısı az olan birlikler savaşa başlar. Sonra kaybetmiş gibi ama dirençlerinden ödün vermeden geri çekilirken aslında sağ ve sol yanlar ile arkaya saklanmış ana kuvvetlerin bulunduğu alana düşmanı hızla çekerler. Bu oyuna kendinî kaptıran düşman kuvvetleri gerçeğin farkına vardığında ise iş işten geçmiş olur. Bu taktiğe sahte geri çekilme (turan) taktiği denir. Büyük çoğunluğu süvari olan Türklerin atları ufak yapılı olmalarına karşın zor koşullara dayanıklı, güçlü ve çevikti. Başlıca savaş aletleri ok kılıç, hançer, mızrak, gürz, kamçı ve kement idi. Korunmaya yönelik ise zırh kalkan ve tolga kullanılırdı. Rahat hareket etmek için tabaklanmış deriden yapılan hafif ve esnek zırh giyerlerdi. Türklerin savaşçılık özelliklerini abartarak ta olsa öven El-Cahiz “Yabancı biri yayına bir ok koymadan Türk on ok atar. …Türk’ün ikisi yüzünde ikisi de kafasının arkasında olmak üzere dört gözü vardır.” demiştir.v

Bir Cevap Yazın