Bireysel özgürlüğü temel değer kabul eden liberalizm; özel mülkiyet, bireysel girişim ve ticaret özgürlüğü üzerine kurulu bir ideoloji olup devlet müdahalesini dışlar. Bunun için devletin, anayasa ile sınırlandırılması gerektiğini savunur. Bu özelliği ile liberalizm, diğer modern ideolojilerden ayrılır.

Liberalizm, XVII ve XVIII. yüzyıllarda dönüşmekte olan birey-devlet ilişkisini, akılcılık üzerinden açıklamaya çalışan siyasal düşünce akımıdır. Liberalizm, İngiliz ekonomisinin yükselişe geçtiği bir dönemde İktisatçı Adam Smith (Edım Simit) tarafından ortaya atılmıştır. Bu ideolojiye göre toplum, zümre ya da sınıflardan değil bireylerden oluşur ve bireyler önce kendi kişisel çıkarları doğrultusunda hareket eder. Özgürlüğün hiçbir engel tarafından sınırlandırılmaması gerektiğini kabul eden liberalizm; devletin, ekonomik ve toplumsal yaşama kesinlikle müdahale etmemesini savunur. Bu ideoloji, siyasi ve ekonomik liberalizm olarak ikiye ayrılır. Siyasi liberalizmde devlet faaliyetleri, kişilerin bireysel hak ve sorumluluklarını koruyacak şekilde yürütülür. Ekonomik liberalizm ise özel mülkiyet ve serbest ticaret sistemine dayanır. Bireyler, devletin sınırlı koruması altında istedikleri gibi ekonomik faaliyette bulunabilir ve ekonomik ilişkiler kurabilir. Bu sisteme, serbest piyasa ekonomisi adı verilir. Liberalizm, ekonomik ve toplumsal örgütlenmenin dayandığı lonca gibi katı yapıları ortadan kaldırmıştır. Sanayi Devrimi’nin yayılmasını da kolaylaştıran liberalizm, iş dünyasında burjuvazinin yükselişini sağlamıştır. Ancak bu durum toplumsal açıdan ağır sonuçları beraberinde getirmiş ve işçileri, gittikçe güçlenen patronlar karşısında yalnız ve savunmasız bırakmıştır.
Amerikan ve Fransız devrimlerinde, insan hakları belgelerinin yayımlanması, liberal ilkelerin Avrupa’da hızlı bir şekilde yayılmasını sağlamıştır.
Kapitalizm; Yeni Çağ’da, Batı Avrupa’da sermaye ve üretim araçlarının özel mülkiyete geçmesi sonucunda sürekli kâr arama ilkeleri üzerine kurulmuş ekonomik bir sistemdir. Burjuvazi sınıfının yükselişe geçmesi, sanayileşme ve işçilerin ortaya çıkması ile yeni bir ekonomik sistem olan kapitalizme geçiş süreci başlamıştır. Feodal sistemde kendi kendine yeterli olan kapalı bir ekonomik yapı hâkimdir. Sanayi Devrimi’nden sonra bu yapı dışa açık, ticaret ve sermaye birikimine dayalı bir sistem olan kapitalizme yerini bırakmıştır. Kapitalizmde sermaye sahipleri üretim araçlarına da sahip olmuş ve sistemin sürekliliğini sağlamak için daha çok ham madde ve iş gücüne ihtiyaç duymuştur. Gerekli olan insan gücü ile hammadde ve pazar arayışı, sömürgecilik yarışına neden olmuştur. Böylece sistemin devamlılığı sağlanmış ve sömürge imparatorlukları kurulmuştur. Bunun sonucunda, sermaye sahibi girişimci sınıf zenginliğini artırmıştır. Avrupa’da giderek zenginleşen sermaye sahibi girişimci sınıfa kapitalist sınıf, yeni oluşan bu düzene de kapitalizm denmiştir. Kapitalizmle bireylere din ve vicdan hürriyeti yanında mülk edinme imkanı verilmiştir. Ancak bu sistemde toplumda gelir dağılımında eşitsizlikler yaşanmıştır.