Büyük zekaya sahip insanlar, diğer insanlarda öfke uyandırırlar.

Schopenhauer şöyle der: Bir toplumda sevilmenin yolunun akıl ve zeka göstermekten geçtiğini zanneden bir kişi ne kadar da acemidir! Akıl ve zeka aslında, önceden kestirilemeyecek kadar ezici bir çoğunlukta nefret ve öfke uyandırırlar; bu öfke bunu duyumsayanın, bunun nedeninden yakınmaya hakkı olmadığı; hatta kendisinden bile gizlediği ölçüde daha acımasızlaşır. Birisi, konuştuğu bir kişide büyük zihinsel üstünlük ayrımsar ve duyumsarsa, sessizce ve açıkça bilincinde olmadan, ötekinin de aynı ölçüde kendisinin aşağılık ve sınırlı olduğunu ayrımsadığı sonucuna varır. Bu örtük tasım, onun en keskin nefretini, öfkesini ve hiddetini uyandırır.” Zekanın öbür dünya için de hiçbir değeri yoktur: ” Bütün dinler, irade ya da kalbin mükemmellikleri için bir ödül vaat ediyor, ancak aklın ya da anlayışın mükemmellikleri için hiçbir şey.” diye yazar yine Schopenhauer. Ancak zeka, kendi kendini mükafatlandırır. Schopenhauer’in dediği gibi ” Yazgı acımasızdır ve insanlar zavallıdır. Bu yapıdaki bir dünyada, kendinde çok şeye sahip olan birisi, aralık ayının karlı buzlu bir gecesindeki aydınlık, sıcak, neşeli bir Noel sofrasına benzer. Buna göre, seçkin, zengin bir bireyselliğe sahip olmak ve özellikle zihinselliği yüksek olmak, hiç kuşkusuz ki dünyadaki en büyük yazgıdır; bu yazgı en parlak yazgılardan çok değişik olsa bile, durum aynıdır. Bu yüzden, İsveç’in henüz 19 yaşındaki kraliçesi Christine’in, hakkında sadece bir makale ve sözlü anlatımlar aracılığıyla bilgi sahibi olduğu, o sıralar, yirmi yıldan beri büyük bir yalnızlık içinde Hollanda’da yaşayan Descartes hakkında söylediği söz çok bilgeceydi: ” Bay Descartes, tüm insanların içinde en mutlusu, ve içinde bulunduğu durum bence kıskanmaya değer görünüyor.”