Modern Kimyanın Temelini O Attı!

Antoine Laurent de Lavoisier, hukukçu olmak üzere çıktığı yolda kimya alanındaki ilk çalışmalarını yanma üzerine yapmış ve bilim dünyasında adını ilk kez bu şekilde duyurmuştu. 1770’de yanmayla ilgili çalışmalarına başladığında ve tezini ortaya attığında, Avrupa’da kimya henüz bilim konusu olarak bile kabul edilmiyordu. O, herkesin gülüp geçtiği teorisini ortaya attığında, piyasada geçerli olan görüş; antik Yunan’dan kalma; Aristoteles’in doğadaki dört temel element olarak kabul ettiği toprak, su, hava ve ateşi ile yanmaya ilişkin ‘Phologiston Kuramı’ydı. Buna göre yanma hadisesi, yanan maddenin ne olduğu bilinmeyen ama gizemli bir madde olduğuna inanılan ‘ateş maddesi’ (phologiston) çıkarmasıyla gerçekleşiyordu. Yanma konusundaki bilgi eksikliği, bu kimyasal olayın o güne dek açıklanamamasındaki en büyük engeldi. Joseph Black’ın 1756’da keşfederek ‘sabit gaz’ adını verdiği karbondioksit dışında bilinen tek gaz havaydı. Phologiston Kuramı, yanan maddelerin ağırlıklarını kaybettiğini savunuyordu. O dönemde oksit bilinmediği için metal maddelerin havayla temasıyla oluşan kızarıklıklar ise ‘calx’ olarak nitelendiriliyordu. Lavoisier ise ürünlerin ağırlığının, reaksiyona giren maddelerin ağırlığına eşit olması gerektiğini söylüyordu. Yani kimyasal değişim sırasında madde yoktan var edilemeyeceği gibi varken de yok edilemezdi! Lavoisier, bu konudaki çalışmalarıyla Kütlenin Korunumu Yasası’nı deneysel olarak kanıtladı. Hava dolu bir tüpte yakılan fosforun kütlesinde meydana gelen artışın tüketilen hava miktarına eşit olduğunu buldu. Aynı deneyin tersini de gerçekleştirdi ve kapalı bir kap içindeki HgO’nun (cıva oksit) ısıtılmasıyla kabın içindeki hava kütlesinde meydana gelen artışın, tepkimeye giren maddenin kütlesindeki azalmaya eşit olduğunu belirledi. Lavoisier, böylece “Tepkimeye giren maddelerin kütleleri, tepkime sonucu oluşan maddelerin kütleleri toplamına eşit olmalıdır.” şeklindeki yasayı özetleyerek, bu alandaki tabuları da yıkmış oluyordu. 1870’lerde Antoine Laurent de Lavoisier tarafından kullanılan laboratuar malzemeleri Çalışmalarını sürdüren Fransız kimyager, solunum sırasında oksijen alınıp, karbondioksit verildiğini belirledi. Nefes almanın karbon ve hidrojenin yavaş yanmasıyla meydana geldiği ve bunun mum veya gaz lambasındaki yanmanın benzeri olduğunu ortaya çıkaran Lavoisier, kullandığı kalorimetrelerle kimyevi reaksiyonların ısısını ölçtü. Bunlarla da kalmadı ve calx adlı kızarıklıkların da hava-metal birleşimiyle oluştuğunu keşfetti. Calxların oluştuğu reaksiyonlar sırasında sonradan oksijen ismini verdiği bir gaz çıktığını tespit etti. Daha önce oksijeni keşfederek ona ‘yetkin gaz’ adını veren ünlü kimyager Priestley’le Paris’te buluştu. Ondan cıva oksit üzerindeki deneyleri sırasında bulduğu bu “yetkin gaz”ın özelliklerini dinledikten sonra, Priestley’in deneylerini sürdürdü. Ancak Lavoisier, yanmadan sonra oluşan cıva oksidi (calx) tarttıktan sonra Priestley’den bir adım daha ileri giderek cıva oksidi daha fazla ısıttı. Kora dönüşen kırmızı oksidin giderek yok olmaya yüz tuttuğunu, geriye cıva taneciğiyle bir miktar ‘elastik akacı’ kaldığını saptadı. Elde kalan bu madde, Priestley’in ‘yetkin gaz’ diye isimlendirdiği maddeydi. Kapta kalan bu maddenin ağırlığının, civanın ilk aşamada ısıtılmasında azalan hava ağırlığıyla eşit olduğunu belirledi. Oksijenin keşfi de yanmaoksitlenme olayının bilimsel olarak açıklanmasını sağladı: “Yanma, yanan maddenin phologiston salmasıyla değil, oksijenle birleşmesiyle gerçekleşir.” Başta önemsenmeyen bu kuram, Cavendish’in, suyun iki gazın birleşmesiyle oluştuğuna ilişkin deney sonuçlarını açıklamasıyla, bilim çevrelerinin dikkatini çekti. Cavendish, deneylerinde asitlerin metal üzerindeki etkisi neticesinde ‘yanıcı’ bir gaz elde etmiş, bunu phologiston sanmıştı. Bu açıdan oksijeni ilk keşfeden Lavoisier değildi; ama bu gazın gerçek önemini ilk kavrayan kişi oydu. Lavoisier, ulaştığı sonucu Bilim Akademisi’ne bir bildiriyle sunduğunda da Priestley ve Cavendish’in katkılarından tek kelime dahi söz etmedi. Lavoisier, ayrıca bir maddenin mutlaka katı, sıvı ve gaz hallerinden birinde olduğunu ilk ortaya atan kişiydi. Deneylerinde havayı analiz ederek azotla-oksijeni ayırdı. En gelişmiş laboratuarında hidrojeni yakmayı başaran Lavoisier, bunun neticesinde de su elde etti. Kimyevi İsimlendirme Metodu’nu geliştirdi. Aslına bakılırsa Lavoisier, ne yeni kimyasal bir nesne, ne de yeni kimyasal bir olgu keşfetmişti. Yaptığı sadece başkalarının bulduğu nesne ve olguları açıklamak, kimyasal bileşime açıklık getiren bir kuram oluşturmak, kimyasal nesneleri adlandırmada yeni ve işler bir sistem kurmaktı. Ancak 1789’da yayımlanan ‘Kimyanın Elementleri’ (Traite Elementaire de Chimie) adlı yapıtı, kendi alanında, Newton’un Principia’sı oldu. Newton modern fiziğin temelini atarken, o da modern kimyanın temelini atmış oluyordu.

One comment

Bir Cevap Yazın