Padişahı Av Tutkusu Tahtından Etti

Türkler de avcılık çok eski bir genelektir fakat Türkiye’de avlanmak, silah ruhsatı çıkarmak gerçekten bir hayli zordur. Öyle cins memurlar ve doktorlar vardır ki sen o tüfeği alma diye ellerinden geleni ardına koymazlar. Harç, vergi kısmına zaten hiç girmiyoruz. Kimse ağız tadıyla avlanamıyor daha doğrusu silah bile alamıyor. Bu yüzden Türkiye’de kaçak silah sayısı ruhsatlı silah sayısından fazladır. Ne kadar it kopuk varsa kaçak silah alıyor fakat dürüst ve güvenilir vatandaşlar ise silah alamıyor ve binbir zorlukla karşılaşıyor. Öyle ki avcılık kültürü Türkiye’de ölüyor. Gördüğü her canlıyı vurmaya çalışanlar, hamile hayvanları vuranlar, gereksiz yere avlananlar artıyor. Devlet destekli kurslarda da avcılıla ilgili hiçbir şey öğretilmiyor. Devlet adeta insanı kaçağa yöneltiyor… Ülkede çok sayıda eğitimsiz avcı mevcut…

Avcılık Türklerde çok eski bir genelektir. Atilla, Mete gibi Türk büyüklerinin de sık sık ava gittiği bilinmektedir. Mete babasına darbe yaparak tahta geçmeden önce de sık sık ava gider ve askerlerini av sırasında eğitirdi. Ancak bu av bazılarında öyle bir tutku halinde gelmiştir ki kimini tahta çıkarırken kimi padişahları tahtından etmiştir. Buna rağmen hükümdarlığı süresince av yapmayan, avdan hoşlanmayan bir padişah, bir han, bir kral yeryüzünde yok gibidir.

Hanlar hanı Cengiz Han, avcılığa “savaşın okulu” adını vermiştir ve aynı zamanda avcılığı yasa ile devlet düzenine alan ilk kişidir. Oğuz soyunun en çok ava meraklıları ise, Selçuklu Sultanı Tuğrul Bey ile Sultan Melik Şah’tır. Öyle ki, Tuğrul Bey her ava çıkışında, 20 katır yükü yiyecek götürür, kırlarda sofralar kurdurur, emirlerine ve yöre halkına ziyafet vermekten büyük zevk alırdı. Avcılık konusundaki ilk bilimsel kitabı yazdıran kişinin Sultan Melikşah olduğu söyleniyor. Osmanlı padişahlarının ise neredeyse tümü avcı. Sefere çıktıklarında ve dönüşlerinde günlerce, aylarca av (sürgün, koltuk sürgünü, biniş) yaparlardı. Avlanırken, gittikleri yerlerde halkla ilişki kurar, dert ve şikayet dinlerlerdi. Bu yüzden İznik, Bilecik, Bursa, İstanbul, Edirne ve Rumeli’de birçok “av sarayı” yaptırdılar. Murad Han Bahçesi, Yanbolu Sarayı, Akpınar Av Sarayı, Demirtaş Ovası ve Kasrı, Karıştıran Av Sarayı, Toygar Tepe, Çatalca Av Sarayı gibi… Avcı kuruluşlarına (Şikar halkı) saray içinde (Enderun) ve saray dışında (birun) yer verdiler. Doğancılar, Şahinciler, Atmacacılar, Sekbanlar… Alıcı kuş uçurarak avlanmak, en çok yapılan ve denenen av biçimi… Nitekim, Orhan Gazi’nin çocuklarından Süleyman Paşa, Bolayır yakınlarında bir kış günü yaban kazlarına doğan uçurmak için atını koştururken, atının tökezlemesi sonucu düşüp ölmüştür. “Avcı Sultan” unvanını alan Sultan IV. Mehmet, Çatalca yöresinde yabani kazlara kendi eliyle şahin uçurur ve şahin iki kazı birden indirir. Kazlardan biri boynundan, diğeri ise kanatlarından yara almıştır. Sultan “insafa gelip” kazlardan birini salıverir, diğerini ise sadrazamı Köprülüzade Fazıl Ahmet Paşa’ya gönderir. Çünkü, vurulan avın hediye gönderilmesi çok çok önemli bir olaydır. Hediye götüren elçiler, aldıkları bahşişler, altın ve akçelerle bir anda zengin olurlardı.

Padişahların özel avladıkları (şikarğah-ı selatin) çok iyi korunurdu. Halkın avlanmasına asla izin verilmezdi. Yeltenen avcılara verilen cezalar çok çok ağırdı. Hatta Avcı Sultan IV. Mehmet, İstanbul’daki yabancı elçiliklere bile avı yasaklamış, köpeklerini Bostancıbaşı’na toplattırmıştı.Doğanla av yapmaya meraklı padişahlardan biri olan Sultan I. Ahmet, padişahlığı süresince doğanını kolundan hiç ayırmazmış… Sürgün avlarında, “av yeri”ne toplanan avlar (kurt, karaca, ceylan, geyik, tavşan, vb.) okla avlanırdı. Sürgün avları bazen öyle görkemli olurdu ki, binlerce kişi ava katılırdı. Avcı Sultan IV. Mehmet’in Filibe yakınlarında Bercova korusunda yaptığı sürgün avına 35.000 kişi katılmıştır. 7 yaşında padişah olan Avcı Sultan IV. Mehmet, 8 yaşında Kağıthane’deki (İstanbul) İmrahor Köşkü’nde ilk avcılığını yapıyor. Yani o dönemde geçerli olan “adet-i kadime”yi yerine getiriyor. 1668 yılından sonra kendini tamamen ava vererek, İstanbul’daki Ulama’nın eleştirilerinden uzak yaşamak için Edirne’ye yerleşiyor, Ayaklarındaki key hastalığı yüzünden, daha çok atla yapılan avcılığı tercih ediyor. Ne var ki bu av tutkusu, hem kendisinin hem de oğlu II. Mustafa’nın tahttan indirilmesine neden oluyor.

Nereden nereye…

Zaman nasıl da örtüyor her şeyi… Osmanlı döneminin “av cenneti” Anadolu hızla çöle ve çöplüğe döndürülüyor. Şimdinin zengin avcıları, yurt dışında avlanıyorlar artık. Keşke şimdinin devlet büyükleri, Osmanlı padişahları gibi ava düşkün olsalardı da Anadolu’nun taşını toprağını kıskanıp sahip çıksalardı…

Osmanlı padişahları zamanında yürürlükte bulunan avcılık teşkilatı, tanzimatın ilan tarihi olan 1839’a kadar çeşitli şekillerde sürdürülmüştür. Padişah’ın av halkı olarak eşliğine aldığı maaşlı anlamına gelen ulufeli avcılar; Padişahın özel mülk olarak kullandığı yerlerde avcılığı sürdürmüşlerdir. Bunun dışında herkesin yararlanmasına açık ormanlarda avlanmak serbestti. Ahlaki kurallara uygun yapılan avcılığa özel adlar konmuştu.. Padişah ve Devlet Büyüklerinin yaptığı ava, “Yüksek Av” halkın yaptığı ava, “Alçak Av” deniyordu. Osmanlı Kanunlarında, özel mülkler, devlet çiftlikleri askeri tesisler dışında avlanmayı yasaklayan hükümler bulmak mümkün değildir. Osmanlı’da köylere kadar uzanan av teşkilatı ve kurallarına ait çok miktarda belge günümüze kadar korunmuş ve arşivlenmiştir. Bunlar yurdumuzda avcılığın ve avcıların geçmiş devirlerde büyük bir önemle kontrol edildiğini göstermektedir. Büyük sürgün avlarında avlaklarda civar köyler halkı yanında, tazılar ve çeşitli av köpekleri kullanılmıştır.Karaca, geyik ve kurt sahalarında terbiye edilmiş pars salınmıştır. Parslara karaca, geyik, kurt, tilki gibi büyük avlar aldırılmıştır. IV.Mehmet’in Saada adlı parsı meşhur olmuştur. 1665 Mayısında avladığı Dimedoka’dan Edirne’ye dönüşünde bu pars ile daha birkaçını Sadrazam Melek Ahmet Paşa’ya hediye etmiştir. Büyük sürgün avına çıkılmadan önce aşağıdaki konular göz önünde tutularak gerekli önlemler alınırdı.

1-Neredeki av yerine hangi yoldan gidilip hangi yoldan dönüleceği,

2-Belirlenen yol üzerindeki av ve sürgün yerlerinin tespiti,

3-Yol üzerindeki hangi mevzilerde konulacağı, nerede oturak, nerede yemeklik olacağı, padişahın hangi şehir ve hangi kasabada kimin konağında kalacağı,

4-Enderun’dan, Birun’dan, Yeniçeri Ocağından ne kadar avcı ve sekban gideceği,

5-Sarayda göz altında bulundurulan şehzadelerin götürülüp götürülmeyeceği,

6-Valide Sultan ve Hasekilerin gidip gitmeyeceği,

7-Sadrazam’ın Divan Vezirlerinin sürgün avına katılıp katılmayacağı,

8-Nerede kaç günlük erzak depolanacağı,

9-Padişah’a kimin kaymakamlık edeceği… gibi konular önceden belirlenir ve ilgililer buna göre hazırlık yapar ve gerekli önlemleri alırlardı.

Sadrazam, Defterdar’a bir buyruldu göndererek, av için gerekli malzeme tedarik edilirdi. Bostancıbaşılar, yoların, korulukların emniyetini sağlar. Beylerbeyi ve Sancak Beyleri de halktan ve çiftliklerden satın alınacak erzakın alınmasını sağlarlardı. Padişah’ın yatacağı saray ve konaklar önceden hazırlanır, giden personel sayısına göre çadır ve Otağ-ı Hümayün Çadır Mehterbaşısı tarafından yola çıkarılır, en küçük aksaklığa meydan verilmezdi. Sadrazamlar çoğu kez ava gitmez devleti yönetirlerdi. Eğer padişah Edirne’de Sadrazam’da İstanbul’da ise Kaymakam’ı Edirne’de kalırdı. Ama Sultan IV.Mehmed çoğu kez Kaymakam’ını da beraberinde götürür Edirne’de ki yönetim için bir başka veziri görevlendirirdi. Bu düzen ile yola çıkan padişah Sürgün ve Koltuk sürgünü yapılacağı zaman, sürülen avın toplama yerine yakın bir tepe üzerinde Otağ-ı Hümayün kurulurdu. Sürgün avında avcılar tarafından oluşturulan kuşatma çemberi toplama yerine doğru, av hayvanları ürkütmeden yavaş yavaş daraltılır. Eğer bir hayvan ortaya çıkar ve çemberden dışarı kaçmak isterse ona göre önlem alınırdı.

Avlanacak hayvanlar kalın iplerle örülmüş ağlar ile çevrili toplama yerine getirilince, önce padişah ok ile avlamaya başlar. Yanında şehzadeleri varsa onlara izin verilip babalarının önünde ok atıp bu spordaki becerisini gösterir. Daha sonra vezirlere izin verilirdi. Av yapılırken canlı ve cansız av getiren bütün av personeline hatta köylüye bahşiş verilirdi. Avcı Sultan Mehmet de Av Halkı’yla bir yöreye gidip av yaptığı zaman, köylüyü memnun etmek amacıyla Kadılar vasıtasıyla halka duyuru yaparak, zarar ziyanı olanların ücretini fazlasıyla öder ve ödediğine dair de Kadı’dan belge alırdı. Av da vezirler bulunuyorsa padişaha Oğuz töresinden kalma donanmış bir at peşkeş vermeleri gerekiyordu. Valide Sultan ve Sadrazam ava katılmamış olsalar bile bulundukları yerden peşkeş gönderirlerdi. Sultan Avcı Mehmet gösterişe çok meraklı olduğu için ava çıkış ve dönüşleri çok gösterişli olurdu. Bu gösterişi daha çok Edirne’ye gelen elçiler için yapıyordu. Sultan Avcı Mehmet padişahlara özel bahçelerde genellikle Pazartesi ve Perşembe günleri yapılan bir nevi törensiz av sayılan, az sayıda kişinin katıldığı biniş avları da sık sık yapardı.Biniş denilen bu ava Şahincibaşı, Doğancıbaşı ile İçdoğan Oğlanları, bir miktar Zağarcı, Samsoncu ve Solak katılırdı. Saray yakınlarında günü birlik yapılan bu av padişahın kısa süreli avlarındandı. Avcı Sultan Mehmet 1673 yılında İstanbul’daki yabancı devlet elçilerinin bile av yapmalarını yasaklayarak, ellerindeki av köpeklerini Bostancıbaşıya toplattırmıştı. Bu da onun avcılık konusunda otoritesini göstermektedir.

Bir Cevap Yazın