
Evcilleştirmeden sonra hayvanlar veya en azından bazı türler artık özgürce koşamadılar. Şimdi onlar ancak birilerine ait olabilirler: Adam Smith, mahsullerle birlikte hayvan sürülerinin özel mülkiyetin en eski biçimi olduğuna işaret etmişti (Thomas). Bu mülkiyet sadece yiyecek üretmek ve giyim için kullanılmadı; ayrıca bir zenginlik biçimiydi. Evcilleştirmenin en erken aşamalarında ‘Et tüketimi egemen iktidarın göze çarpan bir göstergesiydi. Ne kadar çok sığır kesilir, pişirilir ve yenirse, o kadar büyük bir insan olursun’ (Spencer). Evcil hayvanlar, bir nesilden diğerine aktarılabilen temel bir zengilik biçimiydi…. bir aile daha fazla sığır toplarsa veya daha iyi sabanlar elde ettiği için, kendi zenginlikleri ve komşularınınki arasındaki gedik ilerleyen bir şekilde artardı… Toplayıcı toplumlarda önemsiz olan zengin ve fakir arasındaki fark büyür’ (Ehrenberg). Zenginliğin somut hali olarak korunmuş olan, acil tüketim için ihtiyaç duyulmayan hayvanlar diğer mülk sahipleriyle alışveriş edilirdi ve hatta para olarak kullanılırlardı. Pazarın bu erken aşamasında, Marx’ın Kapital’de gözlemlediği gibi, ‘Para biçimi, yerli yabancılaştırıcı zenginliğin ana unsurunu oluşturan fayda nesnesine (mesela sığırlar) bağlanmış hale gelir’. Hayvanlar grupların veya bireylerin mülkiyeti haline geldiği için, sadece satın alınıp satılmadılar, ayrıca çalındı ve onlar için kavga edildi. Avlanmanın gelişmesi bir öldürme makinesi gibi toplumun rolünün örgütlenmesi gerekirken, bunun sistematik olrak diğer insanları öldürmek için bir savaş makinesine dönüşmesi ‘bir kereliğine insanlar hem zaman harcamaya değer hem de kolaylıkla çalınabilen bir kaynağa sahip olduğunda’ meydana gelmiştir (Ehrenberg).