Atlı göçerleri bozkırlardan dışarıya çeken acaba neydi? Sosyal antropologların diğer
toplumlarda incelediği savaş davranışlarının göçerlerde görülmediğini biliyoruz. ‘İlkel savaşçılar’ olmadıkları kesindir, ilk başından beri kazanmak için savaşmışlardır ve bu nedenle akrabalık kavgaları ya da törensel nitelikli savaşlar gibi kavramlar bu duruma uymamaktadır. Arazi yüzünden savaş çıkmış olması da inanılır gibi değildir çünkü göçerler hiç kuşkusuz belirli otlaklarla bağlı oldukları halde birbirlerinin hakkına saldırmazlardı. Göçerliğin en belirgin özelliklerinden biri ise kabile yapısının kesin sınırları olmayışı, reislik mevkiinin sık sık değişmesi ve hiç beklenmedik dağılmaların ve birleşmelerin görülmesidir. William McNeil, bozkırda yaşamın ani iklim değişiklikleri ile kesintiye uğradığını iddia etmektedir. Ilıman, nemli mevsimler verimli otlakları güçlendirip insanların ve hayvanların yaşam koşullarını yükseltirken bunları izleyen kötü şartlar sürülerin ve insanların geçim derdine düşmesine neden olmaktadır. Komşular da aynı problemleri yaşadıkları ve akınlara rahatça karşı koydukları için bozkır sınırları içinde göçün anlamı olmazdı. En mantıklı kurtuluş yolu, işlenmiş toprakların yeterli yiyecek sağladığı daha ılıman iklim kuşaklarına göç etmekti. Bu açıklamadaki en belirgin hata, McNeill’in de fark ettiği gibi göçerlerin zaman içinde iyi ve kötü koşulların birbirini kovaladığını öğrenmesi, at binmeyi başardıktan sonra ılıman iklim bölgelerine göç edip bozkırları boşluğa terk etmesi gerekirken bunu yapmamış olmalarıdır, içlerinden bazıları özellikle Moğollar ve Türkler, bozkırlarda çektikleri kıtlık dönemlerinden kurtulmak için ılıman iklim kuşaklarına yayılmışlar ve yerleşik toplumları yenip büyük imparatorluklar kurmuşlardır. Yine de zayıf bir yönleri vardı: Göçerliği seviyorlardı ve sabanına, öküzüne bağlı yorgun çiftçilerin yaşamı çekici gelmiyordu. Yerleşik toplum düzenini ve aynı zamanda göçerliğin çadırlı kamplarını,avcılık olanaklarım ve mevsimlere bağlı olarak yer değiştirme gibi özgürlüklerini de birlikte istiyorlardı.

Göçerlik geleneklerinin süregelişi en kolay Osmanlı sultanlarının Topkapı Sarayı’nda görülebilmektedir. 19. yüzyılın başına dek Tuna Nehri’nden Hint Okyanusu’na kadar uzanan bir imparatorluğu yöneten sultanlar tıpkı bozkırlarda yaptıkları gibi saray bahçesine kurulan çadırlarda halıların üzerine yerleştirilen yastıklarda oturup atlılara özgü bol pantolonlar ve kaftanlar giyiyorlar, ok kılıflarını, baş parmak yüzüklerini yanlarından ayırmıyorlardı. Doğu Roma împaratorluğu’nun başkentinde kurulmuş olan Topkapı Sarayı, göçer kampından farklı değildi. Sultanın önünde at eğitimi yapılırken, ahırlar kapının hemen dışına yerleştirilmişti.
Kaynak: Savaş Sanatı John Keegan