Bereketli Hilal’in bitki örtüsünün ilk çiftçilere sunduğu kolaylıkların bazıları bunlardı. Evcilleştirmeye elverişli yaban bitkilerin yüzdesi olağanüstü yüksekti. Bununla birlikte Bereketli Hilaf i içine alan Akdeniz iklim kuşağı batıya doğru, Güney Avrupa’nın ve Kuzeybatı Afrika’nın büyük bölümünü içine alacak şekilde uzanmaktadır. Ayrıca dünyanın dört ayrı bölgesinde de benzer Akdeniz iklim kuşakları vardır: Kaliforniya, Şili, Güneybatı Avustralya ve Güney Afrika’da (bkz. Şekil 8.2). Gelgelelim bu öteki Akdeniz kuşakları yiyecek üretimi konusunda Bereketli Hilal ile yarışamadıkları gibi oralarda hiçbir zaman yerli tarım başlamadı. Peki özellikle Batı Avrasya’daki Akdeniz kuşağı ne gibi üstünlüklere sahipti?
Anlaşıldığına göre söz konusu Akdeniz kuşağının özellikle Bereketli Hilal adı verilen parçası ötekilere göre beş yönden farklıydı. Birincisi, dünyanın en geniş Akdeniz iklim kuşağı Batı Avrasya kuşağıdır. Bunun sonucu olarak yaban bitki ve hayvan türleri bakımından çok daha zengindir, Güneybatı Avustralya ile Şili deki nispeten daha küçük olan Akdeniz kuşağına göre daha zengin. İkincisi, Akdeniz kuşakları arasında mevsimden mevsime, yıldan yıla en çok iklim değişikliği gösteren kuşak Batı Avrasya kuşağıdır. Bu değişiklik bitki örtüsü içinde özellikle yüzde-si yüksek olan yıllık bitkilerin evrimine elverişliydi. Bu iki etmenin – türlerin çeşitlilik oranının yüksekliği ile yıllık bitkilerin yüzdelerinin yüksekliğinin- birleşmesi demek, Batı Avrasya Akdeniz kuşağında yıllık bitki çeşitlerinin çok fazla olması demektir.

Coğrafyacı Mark Blumler’ın yaban otların dağılımı konusunda yaptığı incelemeler insanlar için bu botanik zenginliğin ne kadar önemli olduğunu göstermektedir. Blumler dünyadaki binlerce yaban ot türü arasında doğadaki ürünlerin kaymak tabakasını oluşturan en büyük tohumlu 56 tanesini bir tabloda topladı: Orta boy ot türlerininkine göre tohumları en az 10 kat daha ağır olan ot türleri (bkz. Tablo 8.1). Aslında bunların hepsi Akdeniz kuşaklarına ya da kurak mevsimlere sahip başka çevrelere ait. Dahası bunların Bereketli Hilal’de ya da Batı Avrasya’nın Akdeniz kuşağının başka kısımlarında toplandıkları görülüyor, yani ilk çiftçiler büyük bir seçenek dağarına sahiptiler: Dünyadaki birinci sınıf 56 yaban otun aşağı yukarı 32 sine! Bu 56 en büyükler arasında Bereketli Hilal’in ilk tarım bitkilerinden özellikle önemli olan iki tanesi, arpa ve çiftsıralı buğday, iri tohumlu bitkiler arasında sırasıyla üçüncü ve on üçüncü sırada yer alır. Bunun tersine Şili’nin Akdeniz kuşağında bu türlerin yalnızca ikisi bulunur, Kaliforniya ve Güney Afrika’da birer tanesi, Güneybatı Avustralya’daysa hiçbiri. Bir tek bu olgu bile insanlık tarihinin akışının epey bir bölümünü açıklamakta yararlı olur.
Bereketli Hilal’deki Akden iz kuşağının bir üçüncü farkı dar bir bölge içinde çok çeşitli yükseltilere ve yüzey şekillerine sahip olmasıdır. Yeryüzünün en alçak noktası (Lût Gölü) ile 5400 metre yüksekliğindeki dağlar (Tahran yakınlarında) arasındaki arazi yükseklik farkları aynı derecede farklı çevre koşullarının var olmasını ve bunun sonucunda da tarım bitkilerinin ataları olabilecek yaban bitkilerin büyük çeşitlilik göstermesini sağlar. Bu dağlar ırmakların bulunduğu yumuşak düzlüklerin, çok sayıda ovanın, sulama tarımına elverişli çöllerin hemen yanı başındadır. Buna karşılık Güneybatı Avustralya’nın, Avustralya kadar olmasa da Güney Afrika’nın ve Batı Avrupa’nın Akdeniz kuşakları yükseklik, çevre koşulları ve yüzey şekilleri bakımından büyük farklılık göstermezler.
Bereketli Hilal deki arazi yükseklik farklılıkları hasat mevsimi zamanlarının değişmesi anlamına geliyordu: Yüksek yerlerdeki bitkiler alçak yerlerdekilere göre daha geç tohum veriyordu. Bunun sonucu olarak avcı/yiyecek toplayıcılar bütün tohumların aynı zamanda olgunlaştığı tek bir yükseklikte yoğun bir hasat mevsiminin ağırlığı altında ezilmektense, kalkıp bir dağ yamacına giderek orada olgunlaşan tahıl tanelerini toplayabiliyorlardı. Bitki üreticiliği başladığı zaman ilk çiftçiler için dağ yamaçlarında yetişen ve ne zaman yağacağı belli olmayan yağmurlara bağlı kalan yaban tahılların tohumlarını toplamaları ve onları yağmura daha az bağımlı olarak, daha güvenilir biçimde yetiştirebilecekleri nemli vadi tabanlarına ekmeleri basit bir işti.
Bereketli Hilal’in dar bir alan içinde sahip olduğu biyolojik çeşitlilik orası için dördüncü bir üstünlük yaratıyordu -değerli tarım bitkilerinin ataları bakımından bir zenginlik yarattığı kadar evcilleştirilmiş büyük, memeli hayvanların ataları bakımından da büyük bir zenginlik. Daha sonra göreceğimiz gibi, Kaliforniya’daki, Şili’deki, Güneybatı Avustralya’daki, Güney Afrika’daki öteki Akdeniz kuşaklarında, evcilleştirilmeye elverişli yaban memeli türleri ya azdı ya da hiç yoktu. Oysa Bereketli Hilal de dört büyük tür memeli hayvan -keçi, koyun, domuz, inek- çok erken bir tarihte evcilleştirilmişti, hem de belki köpek dışında dünyanın hiçbir yerinde evcilleştirilmiş hayvan yokken. Bu türler bugün dünyadaki en önemli 5 evcil memelinin dördünü oluşturmaktadır (IX. Bölüm). Ama onların yaban ataları Bereketli Hilal’in biraz farklı bölgelerinde yaygın olarak bulunuyordu, bu yüzden de bu dört türün her biri bir başka yerde evcilleştirildi: Koyun belki de orta bölgede, keçi ya doğudaki daha yüksek tepelerde (İran’ın Zagros Dağları’nda) ya da güneybatı bölgesinde (Doğu Akdeniz’de), domuz kuzey orta bölgesinde, inek Anadolu da içinde olmak üzere batı bölgesinde. Bu dört yaban türün atalarının en bol bulunduğu bölgeler farklı olmasına farklıydı ama birbirine yeterince yakındılar, bu yüzden de Bereketli Hilal’in bir bölgesinde evcilleştirilen tür bir başkasına kolayca aktarıldı ve sonunda dört türün dördü de bütün bölgeye yayıldı.
Bereketli Hilal de tarım, ‘‘temel bitkiler” diye adlandırılan (çünkü o bölgede belki de bütün dünyada tarımın temelinde onlar bulunur) sekiz bitkinin evcilleştirilmesiyle başladı. Bu sekiz temel bitki şunlardır: Tahıl olarak çiftsıralı buğday, teksıralı buğday, arpa; baklagillerden mercimek, bezelye, nohut, acı burçak; liflilerden keten bitkisi. Bu sekiz bitki içinde yalnızca ikisi, keten bitkisi ile arpa, Bereketli Hilal ve Anadolu dışında yaban halde yaygın olarak bulunuyordu. İkisi çok az yayılmıştı, nohut yalnızca Güneydoğu Türkiye’de bulunuyordu; çiftsıralı buğdaysa yalnızca Bereketli Hilal de. Dolayısıyla tarımın Bereketli Hilal’de bulunan yöresel yaban bitkilerin evcilleştirilmesiyle başlayabilme olanağı vardı, başka yerlerde evcilleştirilmiş yaban bitkilerden elde edilmiş tarım bitkilerinin beklenmesine gerek yoktu. Oysa bu temel bitkilerin ikisi dünyada Bereketli Hilal dışında hiçbir yerde evcilleştirilemezdi çünkü yaban halde başka hiçbir yerde bulunmuyordu.
Uygun yaban memeli hayvanların ve bitkilerin Bereketli Hilal’de bulunması sayesinde bu bölgedeki ilk insanlar yoğun yiyecek üretimini başlatacak güçlü ve dengeli bir biyolojik paketi kısa zamanda oluşturmayı başardılar. Bu pakette ana karbonhidrat kaynağı olarak üç tahıl; % 20- 25 protein içeren dört baklagil ile ana protein kaynağı dört evcil hayvan, bu hayvanlara ek olarak bol protein içeriğiyle buğday; lif ve yağ kaynağı olarak keten bitkisi bulunuyordu (keten tohumlarında yaklaşık % 40 oranında yağ bulunur ve çıkarılan yağa keten tohumu yağı denir). Hayvanların evcilleştirilmesinden ve yiyecek üretimine geçilmesinden binlerce yıl sonra hayvanlar süt ve yün elde etmekte, saban sürmekte, taşımacılıkta kullanılmaya başlandılar. Böylece Bereketli Hilal’in ilk çiftçilerinin tarım bitkileri ve hayvanları insanlığın temel ekonomik gereksinimlerini karşılıyordu: karbonhidrat, protein, yağ, giyecek, yük taşıma, ulaşım.
Bereketli Hilal’deki ilk yiyecek üreticilerinin işini kolaylaştıran bir başka etmense avcılık ve yiyecek toplayıcılığına dayanan hayat tarzının, Batı Akdeniz de içinde olmak üzere başka bölgelerdeki gibi kendilerine rakip olmamasıdır. Güneybatı Asya’da az sayıda büyük ırmak vardır, bu bölgenin denize bakan kıyısı kısadır, bu yüzden de (ırmak ve deniz balıkları, kabuklu hayvanları anlamında) su kaynakları bir oranda kıttır. Eti için avlanan memeli türlerinden biri olan ceylanlar başlangıçta büyük sürüler halinde yaşıyordu ama insan nüfusu arttıkça aşırı derecede tüketildikleri için sayıları azaldı. Böylece yiyecek üreticilerinin paketi kısa zamanda avcı/yiyecek toplayıcılarınkinden üstün hale geldi. Tahıllara dayalı yerleşik köyler yiyecek üretimi başlamadan da zaten vardı ve avcı/yiyecek toplayıcılara tarım ve hayvancılığa geçiş konusunda bir ön hazırlık olanağı sağladılar. Bereketli Hilal’de avcı/yiyecek toplayıcıların yiyecek üretimine geçmeleri bir oranda hızlı oldu: MÖ 9000 yılı gibi geç bir tarihe kadar insanların hiç tarım ürünleri ve evcil hayvanları yoktu, ama MÖ 6000 de bazı toplumlar neredeyse tamamıyla tarım bitkileri ve evcil hayvanlarla geçinir duruma gelmişlerdi.
Mezoamerika’daki durum bunun tam tersiydi: Bu bölgede evcilleştirilebilecek yalnızca iki hayvan vardı (hindi ve köpek), bu hayvanlar da inekler, koyunlar, keçiler ve domuzlarla karşılaştırıldığında çok az et veriyorlardı; Mezoamerika’nın başlıca besin kaynağı olan mısır ise, daha önce açıklandığı gibi, evcilleştirmesi güç ve belki de çok zaman alan bir bitkiydi. Bunun sonucu olarak Mezoamerikada evcilleştirme MÖ yaklaşık 3500 yıllarına kadar (bu tarih de kesin değil) başlamış olamazdı; ilk adımları atanlar da hâlâ göçebe olan avcı/yiyecek toplayıcılardı; yerleşik köyler MÖ yaklaşık 1500 yılına kadar kurulmadı.
Yiyecek üretiminin başlaması konusunda Bereketli Hilal in sahip olduğu üstünlükleri tartışırken, Bereketli Hilal’deki halkların kendilerinin sahip olabileceklerini düşündüğümüz üstünlüklerine başvurmak zorunda kalmadık. Aslına bakarsanız bölge halklarının, yiyecek üretimi paketinin etkililiğine katkıda bulunmuş olabileceği düşünülen biyolojik üstünlükleri olduğunu ileri süren birinin olduğunu da bilmiyorum. Ama Bereketli Hi-lal’in iklim, doğal çevre, yaban bitkiler ve hayvanlar gibi ayırıcı özelliklerinin hepsinin birlikte bize inandırıcı bir açıklama sağladığını gördük. Peki, Yeni Gine’de ve Amerika Birleşik Devletleri’nin doğusunda yöresel olarak ortaya çıkan yiyecek paketleri o kadar etkili olmadığına göre bu fark o bölge halklarının kendilerinin farklılığından doğmuş olabilir mi? Yine de o bölgelere dönmeden önce, dünyanın yiyecek üretiminin bağımsız olarak hiç başlamadığı ya da başladıysa bile daha etkisiz bir paketle sonuçlandığı herhangi bir bölgesiyle ilgili olarak yanıtlamamız gereken, birbiriyle ilişkili iki soru var. Birincisi, acaba avcı/yiyecek toplayıcılarla çiftçiliğe yeni yeni başlayanlar yörede bulunan yaban türleri ve onların nasıl kullanılacağını gerçekten biliyorlar mıydı, yoksa değerli ürünlerin atalarını gözden mi kaçırmışlardı? İkincisi, yörelerindeki bitki ve hayvanları tanıyorlarsa, mevcut türlerin en yararlılarını evcilleştirmekte bu bilgiden yararlanıyorlar mıydı, yoksa kültürel etmenler bunu yapmalarını engelliyor muydu?
Birinci soruyla ilgili olarak, insanların kendi doğal çevrelerindeki yaban bitki ve hayvanlarla ilgili neler bildiklerini inceleyen ve etnobiyoloji denen koca bir bilim dalı var. Bu tür incelemeler özellikle dünyada hâlâ varlıklarını sürdüren avcı/yiyecek toplayıcı halklar ile hâlâ yaban bitkilere ve doğal ürünlere büyük oranda bel bağlayan çiftçi halklar üzerinde yoğunlaşmaktadır. Söz konusu incelemelerin genellikle gösterdiğine göre, bu insanlar ayaklı birer doğal tarih ansiklopedisi gibidir, bine yakın ya da daha fazla bitki ve hayvan türünün (kendi dillerinde) adını bilirler, bu türlerin biyolojik özellikleri, dağılımı, olası yararları konusunda ayrıntılı bilgileri vardır. İnsanlar evcilleştirilmiş bitki ve hayvanlara ne kadar çok bağımlı hale gelirlerse, bu geleneksel bilgilerin değeri giderek o kadar çok azalır ya da hiç kalmaz, sonunda yaban bir otu yaban bir baklagil bitkisinden ayırt edeme-yen süpermarket müşterileri çıkar karşımıza.
İşte size tipik bir örnek: Son 33 yıldır Yeni Gine’de biyoloji araştırmalarımı yürütürken alan çalışmasına ayırdığım zamanı yaban bitki ve hayvanları hâlâ yaygın olarak kullanan Yeni Ginelilerle geçiriyordum. Bir gün, Fore kabilesinden arkadaşlarımla birlikte ormandaydık, başka bir kabile bizim levazım üssümüze dönüş yolumuzu kapatmıştı, o yüzden açlıktan kıvranıyorduk, Fore kabilesinden biri kamp yerine koca bir sırt çantası dolusu mantarla geldi ve mantarları közlemeye başladı. İşte size yemek! Ama sonra aldı beni bir düşünce: Ya mantarlar zehirliyse?
Forelere bazı mantarların zehirli olduklarına dair yazılar okuduğumu, zararsız mantarları zararlılardan ayıramadıkları için zehirlenip ölen mantar toplayıcı Amerikalı uzmanların olduğunu duyduğumu, aç olmamıza karşın bu tehlikeyi göze almamız gerektiğini sakin sakin anlatmaya başladım. Bunun üzerine arkadaşlarım bana öfkelendi, çenemi kapayıp kendilerini dinlememi söylediler. Yıllardır onca ağacın ve kuşun adı konusunda onları sınava çeken ben nasıl olur da onların farklı mantarlara farklı adlar verdiğini bilmezdim? Ancak Amerikalılar zehirli mantarlarla zehirsiz mantarları birbirine karıştıracak kadar aptal olabilirdi. Bana nutuk çekmeye devam ettiler: Yenebilir cinsinden 29 tür mantar varmış, her türün Fore dilinde bir adı varmış, ormanda her birinin nerede bulunduğu bilinirmiş. Tânti adı verilen bu mantar ağaçlarda olurmuş, lezzetli ve pekâlâ yenebilir bir mantarmış.
Yeni Ginelileri yanıma alıp onları adalarının öte yakasına götürdüğüm zaman rastladıkları öteki Yeni Ginelilerle düzenli olarak yöresel bitki ve hayvanları konuşurlar, yararlı olabileceğini düşündükleri bitkileri toplar, dikmeyi denemek üzere kendi köylerine getirirlerdi. Benim Yeni Gineliler konusunda edindiğim bu deneyimler etnobiyologların başka yerlerdeki geleneksel halklar üzerinde yaptıkları incelemelerle paralellik gösteriyor. Yine de bütün bu cins halklar ya hiç değilse bir tür yiyecek üretimi yaparlar ya da dünyanın ilk avcı/yiyecek toplayıcı halklarının bir oranda kültüre eklemlenmiş son kalıntılarıdırlar. Yiyecek üretimi başlamadan önce, yeryüzündeki bütün insanlar karınlarını doyurmak için tamamıyla yaban türlere bağımlı oldukları zamanlarda, yaban türlerle ilgili bilgiler herhalde daha da ayrıntılıydı. İlk çiftçiler, çok köklü bir biçimde doğal dünyaya bağımlı halde yaşayan, biyolojik bakımdan çağdaş sayılacak insanların on binlerce yıllık doğa gözlemleri sonucu biriktirdikleri bu bilgilerin mirasçısı olmuşlardı. Bu yüzden, değerli olma olasılığı bulunan yaban türlerin ilk çiftçilerin gözünden kaçabileceğini düşünmek güç.
Kaynak: Tüfek, Mikrop Ve Çelik