Okuma Türleri Nelerdir?

Sesli Okuma

Sesli okuma, gözle algılanarak zihinde anlamlandırılan sözcüklerin konuşma organlarıyla seslendirilmesidir. Sesli okumada amaç, okunan metinde geçen kelimelerin nasıl seslendirildiği ve hangi bağlamda kullanıldığının anlaşılmasını sağlamaktır. Sesli okuma sadece anlamayı değil, anlatmayı da kapsamaktadır. Yani sessiz okumada okunan metnin anlaşılması yeterli iken sesli okumada metnin anlaşılması yanında, anlatılmak istenilenlerin dinleyicilere aktarılması da gerekmektedir.

Sessiz Okuma

Sessiz okuma, gözle algılanan sözcüklerin zihinde anlamlandırılmasıdır. Sesli okumadan daha sonra kazanılan bir beceri olmasına rağmen en çok kullanılan okuma türüdür. Sessiz okumada amaç, bireyin akıcı ve hızlı okumasını sağlamaktır. Göz hareketlerine ve beyinde meydana gelen okuma sürecine dayanır. Sessiz okuma daha hızlı gerçekleşmektedir, bu nedenle de sesli okumaya göre daha fazla tercih edilen bir okuma türü konumundadır.

Göz Atarak Okuma

Göz atarak okuma, metnin tamamı okunmadan, sözcükler üzerinde durulmadan yapılan okumadır. Genellikle bir kitap okunup anlaşılmak istenildiği zaman değil de bir konu hakkında genel bilgiler edinmek amacıyla yapılır. Göz atarak okumada amaç, konunun ayrıntılarına girilmeden ana hatlarıyla kavranmasıdır. Bu tür okumalarda dikkat; tarihlere, yerlere, isimlere, grafik, tablo ve bölümlere çekilir. Normal okumadan üç, dört kat daha hızlı gerçekleştiği için bireylere zaman kazandırır.

Özetleyerek Okuma

Metinde anlatılanların genel olarak anlaşılması, konunun ana hatlarıyla kavranması amacıyla yapılan okumadır. Gerektiği takdirde özetler yazıya da dökülebilir. Özetleyerek yapılan okuma metnin eksiksiz olarak anlaşılmasını sağlama bakımından yararlıdır.

İşaretleyerek Okuma

Metinde önemli görülen yerlerin çeşitli işaretler konularak okunmasıdır. Daha sonra, önemli görülen yerler birleştirilir ve anlama gerçekleştirilir. İşaretleyerek okumada amaç, konuyu anlamaya yardımcı olacak anahtar kelime ve kavramların, önemli görülen yerlerin belirlenmesidir. Not almadan farklı olarak, işaretleyerek okumada önemli görülen yerler not alınmaz, sadece işaretlemekle yetinilir.

Tahmin Ederek Okuma

Okuma sırasında okumanın kesilerek ya da metne başlanmadan önce metnin görsellerinden, başlığından yola çıkılarak metin hakkında yorumların yapılması şeklinde gerçekleşen okuma türüdür. Zihnin etkin kılınması açısından yararlıdır. Metin yarıda kesilerek devamı hakkında yorumlar yapılır ya da metne hiç başlanmadan metnin görsellerinden ve başlığından yola çıkılarak tahminde bulunulur.

Soru Sorarak Okuma

Metnin sesli ya da sessiz okunması sırasında/sonrasında metne yönelik sorular oluşturulması yoluyla yapılan okumadır. Zihni etkin kılması bakımından yararlıdır. Bir metnin okunması sırasında yetkin bir okur okuduğunu anlayıp anlamadığını kontrol etmeye, okuduklarında önemli ögelerle ayrıntıları ayırt etmeye, bilmediği sözcükleri ya da anlamadığı yerleri anlamak için tekrar okuyarak bağlamdaki ipuçlarından yararlanmaya ve ne kadar anladığını belirlemek için soru sormaya gereksinim duyar.

Tartışarak Okuma

Metnin sesli ya da sesiz okunmasından sonra, metinde ele alınan olay ya da düşüncelerin tartışılması esasına dayanan okumadır. Tartışarak okumada amaç, metinde işlenen konuyla ilgili bilgi, duygu ve düşüncelerin başkalarıyla paylaşılması ve başkalarının bilgi ve görüşlerinden yararlanarak farklı bakış açıları kazanmadır. Bireylerin kendilerini ifade etmelerine olanak tanıması, farklı görüş ve düşüncelere saygı bilincini geliştirmesi açılarından yararlıdır.

Aşağıda Akşit Göktürk’ün okuryazarlık kavramını irdeliği yazıyı okuma ve okuduğunu anlama kavramlarını düşünerek okuyabilirsiniz.

OKUMAYAN OKURYAZARLAR

Okuma, gündelik Türkçede çok değişik anlamlarda karşımıza çıkabilen bir sözcük. “Onun okuması yoktur.”, “çok okuyan çok bilir.”, “Bizim çocuk iyi okuyor.”, “Oku da adam ol!” Bu tümcelerdeki değişik anlamların yanı sıra, bir şeyi ezberden söylemek, okumak, üflemek gibi edimleri de belirleyebiliyor okuma. “Canına okumak” dizisinden eğretilemeli kullanımlarında ise daha başka doğrultuda anlamlar kazanıyor. Sözcüğün, yazılı, basılı metinlerden anlam çıkarmaya değin gündelik kullanımlarını birazcık düşünmek, çağdaş yaşamın bu önemli edimi konusundaki tutumunuzun olumlu olumsuz, belirli belirsiz yönlerini bir ölçüde açıklamaya yeter. Sözgelimi “Onun okuması yoktur.” tümcesinde okuma, okuryazarlık anlamına geliyor. “Çok okuyan çok bilir.” tümcesinde bireyin sürekli bir şeyler okuma alışkanlığı belirtiliyor. “Bizim çocuk iyi okuyor.” tümcesinde okuma, öğrenim görmek anlamına geliyor. “Oku da adam ol.” ise yerine göre ya da söyleyenin öfkesine göre bu üç anlamdan birini belirtiyor.

Okuryazarlığı ele alalım önce. Nedir en yalın anlamıyla okuryazar olmak? Bireyin, kâğıt üzerindeki birtakım imleri birbirine çatarak sesbirimler, sözcükler, sözcük dizilerinden, anlamlar çıkarabilme, kendi demek istediklerini de o imler aracılığıyla kâğıt üstüne dökebilme becerisi. Okullardaki öğrenimin, geniş bilgiye açılmanın ilk basamağı olarak kazanılması gereken beceridir bu. Ülke yönetimlerinin, toplumun bütün bireylerine kazandırmayı amaçladığı, adına okuma-yazma seferberlikleri düzenlediği beceri. Okuryazarlar sayısının toplumun bütününe oranı da, bir toplumun gelişmişlik düzeyi yönünden önemli bir gösterge sayılır. Okuryazar olmamanın çağrıştırdığı anlamlar ise genellikle bilgisizlik, öğrenimsizlik, görgüsüzlük türünden niteliklerdir. Gerçekten de okumasız yazmasız kimse kendi gündelik yaşamıyla ilgili en yalın yazılı bilgilerle gözlemlere bile ulaşamaz, varsa kendi bildiklerini de derli toplu anlatamaz. Toplum yaşamındaki en küçük yeniliklere bile, izleyemediği için uyum sağlayamaz. Bir bakıma yazı öncesi, yazın öncesi çağların edilginliğini, kafa tembelliğini kendi bireysel varlığında sürdürür. Dolayısıyla okuryazarlık, özellikle bizim yüzyılımızda bir toplumsal çağdaşlaşma sorunu sayılmış, sözgelişi UNESCO’nun öteden beri en çok üzerinde durduğu konu olmuştur. Gündelik toplum yaşamının en yalın gerekliliklerine, hızlı değişikliklerine ayak uydurmak şöyle dursun, gazete başlıklarını sökemeyen, iki satırı bir araya getirip bir dilekçe, bir mektup yazamayan, “elifi mertek sanan” yurttaşlarla hangi çağdaş ülke övünebilir. Başka deyimle, okuryazarlık her şeyden önce, okuması yazması olmayanlara kapalı kolaylıklara, bilgi alanlarına götürür bireyi. Özellikle okuma becerisinin payı yazmanınkinden daha büyük olur burada. Nedeni de, televizyon radyo gibi kitle iletişim araçlarının gitgide büyüyen etkisine karşın, çağdaş toplumdaki değer dizgelerinin her şeyden önce basılı söze dayanmasıdır.

Bu noktada, okumanın ikinci tümcedeki anlamı, sürekli okuma alışkanlığıyla karışmaya başlıyor. Okuryazar olan her bireyin okuduğunu, bu temel insanlık becerisini sürekli değerlendirdiğini varsayamayız. Neden? Bu anlamda okuma, genç olsun, yaşlı olsun bireyde temel okuma yazma becerisinin ötesinde birçok koşulun yerine getirilmesini, belli anlamda bir olgunluğu gerektiren bir etkinliktir de ondan. Nitekim bir okuma sanatından sık sık söz edilmesi boşuna değildir. Okuma yazma becerisini kazanan kişi, kendi dilinin yazısını, imlerden sesler, sesbirimlerden sözcükler çıkarmayı öğrenmiştir gerçi, ama bu temel beceri ancak sürekli işletildiği, geliştirildiği zaman bir değer taşır. Yoksa uygar bir dünyanın gündelik olaylarını, kültürel, politik, ekonomik gelişmelerini izlemeye yetmez. Okuma yazma becerisi üstüne, bir okuma alışkanlığının kurulabilmesi için en önemli koşul ise temeli sağlam bir ana dili öğrenimidir. Böyle bir öğrenimden geçmemiş kişi, yaşı ne olursa olsun, gerçek bir okur etkinliği kazanamayacaktır. Okuma yazma becerisini edinmiş olsa bile, eninde sonunda Batı dillerinde “harf tanımaz diye adlandırılan (FR. Illetrê, İng-literate) okumasızlarla aynı duruma düşecektir. Yazılı dilin iletişim olanaklarını, ana bilimsel dokusunu incelikleriyle tanımayan böyle bir kimse, hecelerini söktüğü herhangi bir metnin iletisini kolay kolay ne anlayabilir ne de anlatabilir. Oysa gerçek okuryazarlık yetisi, okuduğunu kendi sözleriyle anlatabilmeyi de kapsar. Bu anlamda okuyan kimse başkalarına bağımlı olmadan, kendi okuma deneyleriyle, kendisi için bilgi edinmeye başlar, dünyaya, olaylara, insanlara, insanlara bakışını, içgüdüsünü git gide derinleştirir. (…) Uygar toplumlarda bireyin kendi uğraş alanında ilerlemesi, önemli görevlere, yetkilere yükselmesi, gelişmiş bir okuma yetisi aracılığıyla kazandığı bilgi birikiminin sonucudur. Herhangi bir bilgi alanında okumayı bir alışkanlık, kendi gündelik yaşantısının bir parçası yapmış kimse, basılı sözcüklerin taşıdığı bilgiyi hiçbir zaman olduğu gibi benimsemez, okuduğuna kimi yönden katılır, kimi yönden katılmaz; kitaplarda, dergilerde karşılaştığı her yeni görüşle bir kez hesaplaşır, böylece kendi özgün, bağımsız düşüncesini oluşturur. Kulaktan dolma bilgiyle yetinmez. Bu tür bilginin de geçerliliğini, geçersizliğini, yazılı kaynakların tanıklığına başvurarak denetler.

Kaynak: Akşit Göktürk (2002). Okuma Uğraşı. İstanbul: Yapı Kredi Yayınları.

Bir Cevap Yazın