Türk Dili II: Eleştiri Nedir?

Eleştiri terimi kimi zaman sanatın yahut edebiyatın incelenmesi, tartışılması, değerlendirilmesi, yargılanması olarak kullanılırken kimi zaman da edebî bir eser ya da sanat eseri üzerine verilen hükümdür (Filizok, 2012: 3). Yazılı anlatım türü olarak eleştiri, bir sanat eserini çeşitli yönleri ile inceleyip açıklamak, anlaşılmasını sağlamak ve değerlendirmek amacıyla yazılan yazılardır (Kavcar, 2007). Eleştiri bir düşünceyi destekleyerek olumlu yanlarını ortaya koyması ya da bir sanat eserini geniş okur kitlesine tanıtması bakımından sıkça başvurulan bir yazılı anlatım türüdür.

Eleştirinin temel sorumluluğu eser hakkında bilgilendirmektir. Ancak eleştirmenler, bir eser hakkında bilgi verirken zaman zaman eseri yargılamak ya da açıklamak amacı güderler. Bir eleştirmenden beklenen, bir eseri eleştirirken olabildiğince öznellikten uzak durması ve eseri belirli ölçütlere göre bir amaç doğrultusunda değerlendirip yazmasıdır. Eleştirmen kendi beğenisini, izlenim ve düşüncelerini tek ölçüt olarak almamalıdır. Eleştirmenlerin yaklaşımına, eseri değerlendirme yöntemlerine göre değişik eleştiri türleri vardır. Eleştiri türlerinin çeşitliliği, düşünce sistemlerinin çeşitliliği ile doğrudan ilişkilidir. Özdemir ( 2002, 2008) genel olarak eleştiri türlerini şöyle sınıflandırmaktadır:

• Sanatçıya dönük eleştiri; eleştirmenin değerlendirmek için ele aldığı yapıtı özellikle sanatçının varlığını ölçü alarak yapmasıdır. Eleştirmen, yapıtı açıklamak için yazarı ile ilgi kurar. Sanatçının hayatını ve kişiliğini inceler. Elde ettiklerini belge olarak kullanır. Ruhbilimsel eleştiri ve yaşam öyküsel eleştiri biçimleri bu tür içinde düşünülür.

• Yapıta dönük eleştiri; eleştirmenin bakış açısının sanatçıya değil de yapıtına yönelik olduğu eleştiridir. Bu tür eleştiride tek ölçüt okura sunulmuş yapıttır. Eleştirmen, konunun ele alınış biçimi, yapıttaki anlatım biçimi, dilin kullanımı gibi noktaların işlenişi üzerinde durur. Nesnel eleştiri ve dil bilimsel eleştiri bu tür eleştirinin çeşitleridir. • Okura dönük eleştiri; eleştirmenin yapıtı değerlendirmekten çok, yapıtın bir okur olarak kendisi üzerindeki etkilerini değerlendirdiği eleştiridir. Bu tür eleştiri belli ölçütlere göre yapılmadığı için deneme havasındadır ve özneldir. İzlenimci eleştiri bu tür içindedir.

• Topluma dönük eleştiri; eleştirmenin değerlendirme yapacağı yapıtın ortaya konduğu dönemdeki toplumsal ve tarihsel özelliklerin yapıta etkileri gözlenir. Yapıt, toplumsal bir belge olarak görülür. Bu tür eleştiride yapıt, estetik yönden çok; yapıtı etkileyen toplumsal ve tarihsel koşullar belirlenerek değerlendirilir. Tarihsel eleştiri ve toplum bilimsel eleştiri bu tür içinde ele alınır.

• Çözümleyici eleştiri; yukarıda açıklanan eleştiri türlerinin yetersiz görülmesi üzerine kimi eleştirmenler, yapıtı çok yönlü inceleme yoluna gitmişlerdir. Bu türde eleştirmen, gerektiğinde öznel, nesnel ya da toplumcu bir bakışla yapıta yaklaşılabileceğini savunur. Türü ne olursa olsun her eleştiri, yazarın ne yaptığını, ne yapmak istediğini bulmaya yöneliktir. Eleştiri türünde yazarken şu noktalara dikkat edilmelidir: • Düşünsel bir plan hazırlanmalıdır.

• Yapıt ile ilgili yargılar, yapıttan örneklere dayandırılarak sunulmalıdır.

• Eleştiride öznellikten kaçınılmalı, peşin yargılara yer verilmemelidir.

• Yargılar, kırıcı ve yıkıcı değil; yapıcı ve yol gösterici olmalıdır. • Eleştiri yazılarında düşünceyi geliştirme yollarından uygun olan kullanılabilir.

• Temel anlatım biçimlerinden açıklayıcı ve tartışmacı anlatım kullanılabilir.

• Eleştirmen düşüncelerini yalın, duru ve anlaşılır bir biçimde ifade etmelidir. Eleştiri sözcüğü, tenkit ile eş anlamlıdır ve Fransızcadaki yargılamak anlamına gelen “critique” teriminin karşılığıdır.

Türk edebiyatının klasik dönemi olarak adlandırılan 15. yüzyıldan 19. yüzyıla kadarki sürecinde şiir önemli bir yer tuttuğu için bütün edebî türler şiirle ilgili kurallar çerçevesinde gelişmiştir. Bu dönemde divan şairlerinin övgü ve yergilerinde, toplumsal sorunlardan şikâyetlerinde eleştirel bir tutum olduğu görülür (Macit, 2012: 25). Ancak eleştirinin kendine özgü kuralları olan bir anlatım türü olarak benimsenmesinin Tanzimat dönemiyle başladığını görmekteyiz. Tanzimat dönemi edebiyatçılarından Şinasi, Namık Kemal ve Ziya Paşa bu türün öncüleridir. Bu dönemde yapılan eleştiri anlayışı “eskinin reddi, yeninin yaratılması” üzerine kuruludur (Ercilasun, 2004: 35, Akt: Topçu, 2009: 272). Bu dönemde Abdülhak Hamit, Recaizade Mahmut Ekrem, Muallim Naci, Beşir Fuad, Mizancı Murat eleştiri türünde yazıları ve eserleri ile dikkat çekmiştir (Dayanç, 2012: 68-77). Servet-i Fünun döneminde Halid Ziya, Mehmet Rauf, Hüseyin Cahit, Tevfik Fikret gibi isimler eleştiri türünde yazılar yazmışlardır. II. Meşrutiyet dönemine baktığımızda eleştiri türüne ilişkin kuramsal bağlamda çok fazla yazı olmamakla birlikte uygulama alanında birçok eser eleştirisinin bulunduğu görülmektedir. Bu dönemde ön plana çıkan isimler arasında Ali Canip, Fuat Köprülü, Ömer Seyfettin ve Yahya Kemal eleştiri kuramı ve eser eleştirisi çerçevesinde yazılar yazmışlardır.

Cumhuriyet dönemi Türk edebiyatında eleştirmenliğiyle ön plana çıkan ve öznel eleştiri anlayışıyla dikkat çeken ilk isim olan Nurullah Ataç, eleştiri üzerine görüşleriyle de eleştirinin bağımsız bir tür olması konusunda önemli katkılar sağlamıştır. Nurullah Ataç’tan sonra eleştiri üzerine kuramsal anlamda yazı yazan bir ikinci isim Mehmet Kaplan olmuştur. 1950’den sonra kuramsal eleştiri yazıları yazan Asım Bezirci, Hüseyin Contürk, Fethi Naci, Cevdet Kudret gibi isimler de söz konusu türde söz sahibi olmaya başlamıştır. Ataç’ın öznel eleştiri örneklerine karşın Memet Fuat ve Suut Kemal nesnel özellikte eleştiriler yazmışlardır. Bu dönemde İnkılâp edebiyatı, Milli edebiyat ve eski-yeni çatışması dönem eleştirilerinin temel konusunu oluşturmuştur. Dil konusunda, yazar ve eser eleştirisi çerçevesinde de eleştiriler dikkat çekici boyuttadır. 1960 sonrası Türk edebiyatında eleştiriye baktığımızda eleştiri türlerinin çeşitlendiği görülür. Bu türler; izlenimci eleştiri, nesnel eleştiri, akademik eleştiri, toplumcu gerçekçi eleştirinin yanı sıra 1980 sonrasında yapısalcı eleştiri, gösterge bilimsel eleştiri, dil bilimsel eleştiri ve 1990 sonrasında da post modern eleştiri olarak gruplandırılabilir. Bu dönemde gazetelerin edebiyattan biraz uzaklaşmalarına karşın edebiyat dergilerinin çoğalması eleştirinin gelişmesinde etkili olmuştur. Doğan Hızlan, Füsun Akatlı, Cemal Süreya, Turgut Uyar, Adnan Binyazar, Muzaffer Erdost izlenimci eleştiri yazarlarımız arasındadır. Edebiyat tarihçisi olarak tanınmış olsalar da Nihat Sami Banarlı, Ahmet Kabaklı da eleştiri türünde yazılar yazmışlardır. Bunlardan başka Beşir Ayvazoğlu, Rasim Özdenören de zaman zaman nesnel eleştiriye yaklaşan yazılarıyla bu türde eser verenler arasında sayılması gereken isimlerdir. Bu dönemde nesnel eleştiriyi uygulamaya çalışanların başında Hüseyin Contürk gelmektedir. Tahir Alangu, Vedat Günyol, Metin And ve Nurullah Berk de yine nesnel eleştiri yazanlar arasındadır. Bu türde hatırlanması gereken isimler arasına Berna Moran, Akşit Göktürk, Tahsin Yücel, Yıldız Ecevit, Gürsel Aytaç, Ahmet Oktay, Mehmet H. Doğan gibi isimleri de katmak gerekir (Balcı, 2012: 166-169).

Aşağıdaki örnek, hem yapıta hem de yazara dönük öznel, izlenimci bir eleştirinin temel özelliklerini yansıtmaktadır.

Aşk-ı Memnu

(…) Aşk-ı Memnu, Halit Ziya’nın en başarılı romanı. On dokuzuncu yüzyılın sonunda yazılmış, ilk baskısı 1900’de yapılmış. Bence ilk gerçek Türk romanı. Nedeni belli: Aradan seksen yılı aşkın bir süre geçtiği halde bugün de zevkle okunmakta. Zamanın yıkıcı gücüne dayanmayı başarabilmiş beş on Türk romanından biri. Şemsettin Sami’nin 1872’de yayımlanan Taaşşuk-ı Talat ve Fitnat’ı sadece tarihsel açıdan bir ilk roman. Oysa Aşk-ı Memnu, yaşamasını sürdüren ilk Türk romanı. Tarih açısından değil, edebiyat açısından ilk Türk romanı.

(…) Halit Ziya Uşaklıgil, Aşk-ı Memnu’da, XIX. yüzyılın sonunda yaşayan zengin ve aylak bir toplum katının yaşam biçimini; varlıklı, geleneksel Türk ailesinin “batılı” yaşama biçiminin etkisi altında çözülüp alt üst oluşunu, yozlaşmasını; bu toplum katının yaşadığı ve eğlendiği yerleri (Konaklar, yalılar, Boğaziçi, Büyükada, Göksu, Concordia vb.); birey olarak bütün somutluklarıyla bu toplum katının insanlarını, bu insanların sorunlarını, dünyaya ve insanlara bakış açılarını, bu insanlar arasındaki ilişkileri anlatıyor. Ve bu yaşam biçimine “halk”ın tepkisini; onu da. Ama “halk” dedikse, bunu yalıların, konakların dışında yaşayan gerçek halk olarak değil, yalılarda, konaklarda bu zengin ve aylak insanların yanlarında çalışan “hizmetçiler” olarak anlamak gerek; çünkü söz konusu olan bir Halit Ziya romanıdır ve halk adına ancak onlar Halit Ziya’nın engellerini aşarak romana girebilmişlerdir. Roman “Melih Bey Takımı”ndan Firdevs’le kızı Bihter’i (Bu arada, ikinci planda olmak üzere, Firdevs’in öbür kızı Peyker’le Peyker’in kocası Nihat Bey’i) ve Adnan Bey ailesini (Adnan Bey’i, kızı Nihal’i, yeğeni Behlül’ü) anlatır; Adnan Bey’le Bihter’in evlenmesiyle gelişir, mutsuz bir sonla biter. (…)

Aşk-ı Memnu’da belirli bir tarihsel dönemin gerçekliği, romana özgü biçimler içinde, ustaca anlatılmıştır. Çünkü Halit Ziya, toplumsal gerçekliği, kimi romancılarımınız yaptığı gibi, kişilerden ayrı, kişilerin dışında vermiyor. Aşk-ı Memnu, toplumsal gerçekliğe romancı olarak yaklaşmasını ve bakmasını bilen bir yazarın eseridir. Romancılarımız romanlarında kadın tiplerini incelemeye pek yanaşmazlar; romanda kadın kahramanlar olsa bile bunlar genel olarak kalın çizgilerle geçiştirilir. Oysa Halit Ziya, Firdevs Hanım’ı olsun, Bihter’i olsun, birbirini kovalayan olaylar içinde, çok yakından izlemekte ve onlardaki değişimi günlük gerçeklere, kişiler arası ilişkilere bağlayarak, şaşırtıcı bir ustalıkla anlatmaktadır. Ne var ki Nihal için aynı şeyi söylemek zor. Nihal’de romancının kendini zorladığı, yaşamla pek ilişiği olmayan bir tipi günlük gerçekler ve ilişkiler dışında yaşatıp geliştirmeye çalıştığı görülür. Bunun için de Nihal okurda yaşamıyor. Halit Ziya ruh çözümlemelerine fazla önem veriyor. Ne var ki zaman zaman sözü uzattığını söylemek gerek. Bir de şunu: Zaman zaman ruh çözümlemelerinin roman kişilerinin somut durumlarından hareketle değil de kitaplardan edinilmiş bilgilerle yapılmış olduğu izlenimini edinmemek mümkün değil. Sözgelimi Nihal’in belirli bir olay karşısındaki durumu anlatılırken doğrudan Nihal’in değil de “bir genç kız”ın o olay karşısındaki ruhsal durumunu anlatan kitaplardan yararlanılarak, herhangi bir genç kızın ruhsal durumunu anlatıyormuş gibi geliyor. Aşk-ı Memnu, romana özgü hareket bakımından da kusursuz bir örnek olarak gösterilebilir. Romandaki hiçbir hareket gelişigüzel düzenlenmemiştir; her hareket belirli bir amaca hizmet eder. Bu amaç da karakterlerin gelişmesi, iyice belirmesi ve sonunda unutulmayacak bir roman kişisi hâline gelmesidir. (…) 1981

Kaynak: Fethi Naci, 40 Yılda 40 Roman, Oğlak Yayıncılık, İstanbul: 1994, s.20-28.

Bir Cevap Yazın