Türk Tarihi: Osmanlı-Safevi Savaşları (1578-1639)

Yavuz Sultan Selim’in 1514 Çaldıran Zaferi ile başlayan Osmanlı-Safevi mücadelesi, Kanuni Dönemi’nde Osmanlı Devleti’nin üstünlüğü ile devam etmiş ve 1555 Amasya Antlaşması ile iki devlet arasında barış süreci başlamıştır. Safevi Devleti, XVI. yüzyıl sonlarından itibaren Karadeniz kıyılarına çıkmak için tüm Kafkasya’yı ve Batı Türkistan’ı ele geçirmek isteyen bir politika gütmüştür. Osmanlı Devleti ise Kafkasya’yı ele geçirerek Hazar Denizi’ne ulaşmayı ve böylece hem Rusya’nın güneye inmesini hem de Safevilerin Kafkasya’ya ve Batı Türkistan’a doğru yayılmasını engellemek istemiştir. Böylece Osmanlılar, Rus ve Safevi tehditlerini ortadan kaldırarak devletin bütünlüğünü korumayı amaçlamıştır.

Şah Tahmasb’ın (Görsel 1.7) 1576’da ölümünden sonra İran’da karışıklıklar baş göstermiştir. Tahta geçen II. Şah İsmail’in, Osmanlı Devleti’ne karşı olumsuz faaliyetlerde bulunması ve Anadolu’da Şii propagandasının artması üzerine Osmanlılar, yeni bir Safevi Seferi’ne karar vermiştir. Yavuz ve Kanuni dönemlerinde olduğu gibi Safevilerle yapılan savaşların sebeplerinden birisi de iki devletin ticaret yollarının kontrolünü ellerine geçirmek istemesidir. XVI-XVIII. yüzyıllar arasında Osmanlı-Safevi ilişkilerinin kaderini jeopolitik, ekonomik ve dinî faktörler belirlemiş ve bu faktörler iki devlet arasındaki ilişkilerde önemli rol oynamıştır. Lala Mustafa Paşa komutasında Gürcistan üzerine harekete geçen Osmanlı ordusu, 1578’de Çıldır’da Safevi birliklerini yenilgiye uğratmıştır. Kafkasya’ya hâkim olmak için 1583’e kadar devam eden mücadelelerden sonra Özdemiroğlu Osman Paşa, Beştepe mevkisinde İran ordusunu yenmiştir. Böylece Osmanlı Devleti, Dağıstan ve Gürcistan’ın güvenliğini sağlamıştır.

1583’te Beştepe mevkisinde yapılan savaşta, taraflar meşaleler yakarak savaşa gece de devam etmiştir. Bu nedenle bu savaşa Meşaleler Savaşı denir.

1585’te Tebriz’i, 1588’de de Karabağ’ı alan Osmanlılar; 1590’a kadar olan dönemde Gürcistan, Şirvan ve Dağıstan’ı ele geçirerek Hazar kıyılarına ulaşmıştır. Doğudan ise Şeybanilerin baskısına maruz kalan Safeviler, Osmanlıların şartlarını kabul ederek barış yapmak zorunda kalmıştır. 1590 yılında yapılan Ferhat Paşa Antlaşması ile Safeviler, Osmanlı üstünlüğünü tanımıştır. Bu antlaşmayla Tebriz, Karabağ, Gence, Gürcistan, Nihavend, Luristan ve Şehrizor Osmanlı idaresinde kalmıştır. Osmanlılar, bu antlaşmayla doğuda ciddi anlamda bir ilerleme yakalamıştır. Ayrıca bu antlaşmaya, İran’daki Sünnilere baskı yapılmaması yönünde ayrı bir madde de konulmuştur.

1590 Ferhat Paşa Antlaşması’ndan sonra ülkesinde siyasi sükûneti sağlayan I. Abbas, Osmanlı askerî sistemini örnek alarak daimî askerî birlikler kurmuş, ordusunu top ve tüfeklerle takviye etmiştir.

Ayrıca Fransa ve Almanya ile ittifak kurmaya çalışan Şah Abbas (Görsel 1.8), Osmanlıları kuzeyden sıkıştırmak için de Rus çarı ile ittifak kurmak istemiştir. Ferhat Paşa Antlaşması’ndan sonra Safeviler, ipek ihracatını yasaklayarak Osmanlı ekonomisine büyük zarar vermiştir. Bunun üzerine Osmanlı Devleti karşı önlem olarak İran’ın çok ihtiyacı olan kıymetli madenlerin ve bakırın İran’a ihracını yasaklamıştır. Safeviler, Osmanlıların dışta Habsburglarla mücadelesini ve içte Celâli İsyanları’yla uğraşmasını fırsat bilerek Şirvan, Azerbaycan ve Gürcistan’ı geri almıştır. Anadolu’da devlet otoritesini yeniden kuran Sadrazam Kuyucu Murad Paşa’nın, Safeviler üzerine yürümesiyle Şah Abbas, Osmanlılardan barış istemiş ve sonuçta iki devlet arasında 1612 Nasuh Paşa Antlaşması imzalanmıştır. Bu antlaşmayla 1555 Amasya Antlaşması’ndaki sınırlara geri dönülmüştür. Ayrıca Safeviler, Osmanlılara yıllık iki yüz deve yükü ipek ödemeyi kabul etmiştir. Ancak Nasuh Paşa Antlaşması her iki devleti de tatmin etmemiştir. 1615’ten itibaren İran’ın antlaşma şartlarına uymaması nedeniyle iki devlet arasında savaş yeniden başlamış ve Şah Abbas’ın barış istemesi üzerine 1618’de Serav Antlaşması imzalanmıştır. Bu antlaşmaya göre Nasuh Paşa Antlaşması’nda kabul edilen iki yüz deve yükü ipek, yüz deve yüküne indirilmiştir. Bu antlaşma iki taraf için kısa süreli bir mütareke olmaktan öteye gidememiştir.

Sınırları Belirleyen Antlaşma: Kasr-ı Şirin (1639)

Şah Abbas, Osmanlı Devleti’nde yaşanan isyanlardan faydalanarak 1623’te Bağdat’ı ve bütün Irak’ı Osmanlılardan geri almıştır. Ayrıca Basra’ya saldıran Safeviler’e karşı Osmanlılar, Portekizlilerle ittifak yaparak saldırıyı püskürtmüştür. Bağdat’ı geri almak için 1625 ve 1630 yıllarında da yapılan girişimler sonuç vermemiştir. Devlet içinde mutlak otoritesini sağlayan Sultan IV. Murad (Görsel 1.9), ordunun başına geçerek Safeviler üzerine yürümüş ve 1635’te Revan’ı, 1638’de de Bağdat’ı geri almıştır. Sonuçta iki devlet arasında 1639 Kasr-ı Şirin Antlaşması imzalanmış ve bu antlaşmayla bugünkü Türkiye-İran sınırı belirlenmiştir. Kasr-ı Şirin Antlaşması’na göre Bağdat, Basra ve Şehrizor Osmanlılarda kalırken Revan ise Safevilere bırakılmıştır. Ayrıca bu antlaşmaya göre Safeviler; Irak, Kars, Ahıska ve Van’a saldırmayacaktır. Böylece 1578’den beri aralıklarla devam eden 61 yıllık savaş durumu sona ermiştir. Bu antlaşma ticari yasakları da kaldırıp eski tarihî yolların yeniden Görsel 1.9 canlanmasını sağlamıştır.

XVII. yüzyılın ilk yarısında Safevilerle giriştikleri yoğun mücadele sebebiyle askerî güçlerinin büyük kısmını İran üzerine seferber eden Osmanlı Devleti, Otuz Yıl Savaşları ile uğraşan Avrupa’nın güçsüz ve zayıf durumundan istifade edememiştir.

Bir Cevap Yazın