İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi Kararları

İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi Kararları

İnsan haklarıyla ilgili temel belgelerde insan haklarının korunmasının yanı sıra vergilendirmeye yönelik düzenlemelerin de olduğu görülmektedir. Bu nedenle mükellef haklarının gelişimi incelendiğinde Magna Carta’dan İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesine kadar birçok belgede devletlerin vergilendirme yetkisine saygı duyulmakla beraber, bu yetkinin keyfi olarak kullanılamayacağı belirtilmiştir. Bir devletin vergilendirme yetkisinin olduğu tartışılmaz bir gerçektir. Fakat bu yetki sınırsız değil, anayasal gereksinim ve yükümlülükler altında ve özellikle bireysel hak ve özgürlükleri korumak için oluşturulan uluslararası anlaşmalarla bağlıdır. Bu doğrultuda 1953 yılında yürürlüğe girmiş olan İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi insan haklarını koruyan en önemli belgedir. Bu sözleşmeyi önemli kılan ise 1959 yılından itibaren İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi ile getirdiği koruma alanıdır. İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi, bağımsız yargıçları içeren ulusüstü bir yargı tarafından anlaşmaya taraf devletlerin ulusal kararlarını tekrar inceleyerek hükümleri devletler açısından bağlayıcı olan emsalsiz bir adımdır. İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi’ndeki düzenlemeler özel olarak mükellefler ya da vergi alanı için olmasalar bile, mükellefleri koruyan niteliklere sahiptir. İnsan Hakları Avrupa Mahkemesine bazı hakların korunması için mükellefler tarafından yapılan başvurular da incelenmekte ve karara bağlanmaktadır. Böylece ulus üstü düzeyde de mükellef haklarının korunması sağlanmış olmaktadır. İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi tarafından karara bağlanan ve mükellefler açısından sonuç doğuran haklar şu şekilde belirtilebilir:

Adil Yargılanma Hakkı: İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi’nin 6. maddesinde düzenlenen “adil yargılanma hakkı” medeni hak ve yükümlülüklerin ve suç isnatlarının karara bağlanmasıyla sınırlandırılmıştır. Bu nedenle, İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi vergi uyuşmazlıklarını medeni uyuşmazlık olarak görmemiş ve adil yargılanma hakkı kapsamında incelemeye almamıştır. Ancak vergi suçlarının varlığı durumunda, mükelleflerin bunlara ilişkin yargılama sürecinde adil yargılanma hakkından faydalanabileceği yönünde kararlar vardır. Vergi hukukunda genellikle vergi ve ceza kesilmesi birlikte yapıldığından mahkemeye hem vergi aslı hem de cezası için gidildiği durumlarda mükellefin adil yargılanma hakkı her iki aşama için de kabul edilmiştir.

Mülkiyetin Korunması Hakkı: Mülkiyetin korunması hakkı, özel ve tüzel kişilere ait mal ve mülklere, devlet tarafından yapılabilecek keyfi müdahalelere karşı bir koruma sağlamaktadır. İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi’nin 1 No’lu Ek Protokolü’nün 1. maddesinde vergilendirme yetkisi konusunda devletlerin geniş bir takdir yetkisi olduğu kabul edilerek maddenin ihlali sebebiyle vergileme alanında açılan davalar genellikle reddedilmiştir. Bu kapsamda vergilendirme ile ilgili davalar mülkiyetin korunması çerçevesinde incelenirken makul bir temel, meşru bir amaç, amaç ve araçlar arasında orantılılık ilişkisi aranmıştır ve mükellefler için vergiyle getirilen yükümlülükte toplumun genel yararı arasında adil bir denge gözetilmesi ve bireysel yükler getirmemesi vurgulanmıştır.

Özel Hayatın Gizliliği: İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi’nin 8. maddesi gereği, herkes özel ve aile yaşamına, konut ve haberleşmesine saygı gösterilmesini isteme hakkına sahiptir. Bu maddede geçen “özel yaşam” ve “konut” kavramları, mesleki ve ticari faaliyetleri de kapsayacak şekilde geniş yorumlanmakta ve böylece mükellef haklarını koruyacak şekilde değerlendirilmektedir.

Ayrımcılığa Uğramama Hakkı: Ayrımcılığa uğramama hakkı İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi’nin “ayrımcılık yasağı” başlığını taşıyan 14. maddesinde düzenlenmiştir. Sözleşmede düzenlenen ayrımcılık yasağı mutlak eşitlik olarak değerlendirilmez, bu yasak benzer durumdakilere farklı davranılmasını engeller niteliktedir. Vergilendirme alanında da ayrımcılık yasağının ihlal edilip edilmediğinin tespiti, sözleşmenin diğer maddeleriyle bağlantılı olarak değerlendirilir.

Seyahat Özgürlüğü: İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi’nin 4 Nolu Protokol’ün 2. maddesiyle düzenlenen “seyahat özgürlüğü”nün mükellefler açısından sonuçları vergi borçları nedeniyle yurt dışına çıkış yasağı uygulanıp, uygulanmayacağı noktasında ortaya çıkar. Buna göre mükelleflerin seyahat özgürlüğünün kısıtlanmasında makul bir temel, meşru bir amaç, amaç ve araçlar arasında orantılılık ilişkisi aranmıştır.

Bir Cevap Yazın