Yunan mitolojisine göre Epimetheus, Zeus’un elinden ateşi çalmıştır ve insanlara vermiştir. İnanışa göre bu duruma çok kızan Zeus’ta insanlardan intikam almak için güzel bir kadın olan Pandora’yı göndermiştir. Pandora’ya aşık olan ve evlenen Epimetheus’a Pandora düğün hediyesi olarak elinde topraktan bir kavanozla (Pandora’nın kutusu) gelmiştir (Şekil 1.1). Merakına yenik düşen Pandora’nın, kavanozun kapağını açmasıyla kavanozda saklı olan kötülükler dünyaya yayılmaya başlamıştır. Bu durum karşısında da insanları her türlü hastalıklar ve kötülükler etkilemeye başlamıştır.

Mitolojide Apollon’un oğlu Aesculape tıbbın ve sağlığın tanrısı olarak kabul edilirken, Aesculape’nin kızı ve yardımcısı Hygien’a sağlık, temizlik ve ay tanrıçası olarak kabul edilmektedir (Şekil 1.2). Aesculape elinde asa ve asaya dolanmış yılan ile tasvir edilirken, kızı ise yılanı besleyen genç bir kız resmi ile gösterilmektedir. Tarihi MÖ. 3000 yılından günümüze kadar uzanan yılan figürü sağlık bilimleri alanındaki (veteriner hekimlik, beşeri hekimlik, eczacılık, diş hekimliği ve hemşirelik) meslek gruplarını temsil etmektedir. Yunanca’da Hygeia, batı dillerinde Hygene, Türkçede Hijyen olarak kullanılan bu kelime ruh, beden, vücut ve zihin sağlığını koruduğuna, şifa verdiğine inanılan sağlık tanrıçası Hygieia’dan gelmektedir.

İnsanların yaratılışından günümüze yaşayan insanların sağlıklı olmak, sağlıklarını korumak amacıyla sahip oldukları bilgi, birikim ve düşünceler dâhilinde tedbir almış oldukları şüphesizdir. Bu düşünce ile hijyenin, sağlığı etkileyen olumsuz her türlü faktörden etkilenmemek ve hayatı korumak düşüncesi ile, yaratılan ilk insanla beraber doğmuş olduğunu söylemek mümkündür. Bu amaçla MÖ 3000 yıllarında Çinlilerin hastalıklardan korunmak amacıyla bazı kurallar koydukları ve sağlıklı kalabilmek için diyet ve su tedavisinden yararlandıkları, MÖ 1700-1750 yıllarında ise Eski Mısır uygarlığına ait iki önemli papirus olan Edwin Smith Papirusu ve Ebers Papirusu’nda sağlığın korunmasına ilişkin bitki tiryaklarının hazırlandığı, özellikle de alkali özelliğe sahip olduğu bilinen tuzlarla, hayvansal ve bitkisel yağların karıştırılarak sabun elde edilmeye çalışıldığı, büyü ve sihirlerin yapıldığı bilinmektedir. Antik Yunan döneminde tapınaklarda açık hava banyolarının olduğu, vücut temizliği için temiz su teminine çalışıldığı, vücudun sağlıklı kalması amacıyla jimnastiğe de önem verildiği belirtilmektedir. Ayrıca bu dönemde kil, kum, ponza temizlik ve güzellik amacıyla, kül blokları da temizlenmek amacıyla kullanılmıştır. Yine Hindistan’da hastalıklardan korunmak amacıyla bitkisel ekstraktların hazırlandığı, banyo ve diş temizliğinin yapıldığı elde edilen bilgiler arasındadır. Bölgede yapılan kazılarda kanalizasyonu olan düzenli evlere rastlanmıştır. MÖ 1000 yılında İtalyan Yarımadası’nın güney doğusunda Akdeniz bölgesinde egemen olan Minos uygarlığı mükemmel bir kanalizasyon sistemine sahipti. Yunan hekimliğinin hijyen kavramı üzerine olan tecrübelerinin bu uygarlıktan geldiği düşünülmektedir. Bütün bu tarihî kalıntılar ve belgelerin sağlık koşullarının korunmasına yönelik bazı tedbirlerinin alındığının göstergesi olmasına rağmen, MÖ 5. yüzyılda yaşayan ve gözleme dayalı tıbbın kurucusu olarak kabul edilen Yunanlı hekim Hipokrat, hijyen bilimi ile ilgili Havalar, Sular ve Yerler isimli kitabı ile ilk yazılı eseri ortaya çıkaran kişi olmuştur. Hipokrat’a göre hava koşulları, mevsimler, rakım, rüzgâr gibi nedenler insanlarda hastalığa sebep oluyordu. Ayrıca durgun su kaynakları ve bataklıklara yakın kasabalar hastalıklara en kolay yakalanabilen yerlerdi. Bu bölgelere rüzgârla taşınan tam olarak belirlenemeyen fakat ölümcül gazların taşındığını belirtmiştir. Kötü kokan suların, uygun olmayan koşulların hastalıklarla bağlantılı olduğunu bildirmiştir. Hipokrat tıbbı, mitolojik ve batıl inanışlara dayalı kavramlardan arındırarak gözlem, deney ve akılcılığa dayanarak açıklamaya çalışmıştır. Corpus hipocraticum (Hipokrat koleksiyonu) ismiyle bilinen bir dizi yapıt geliştirmiş ve bu başarısı ile “tıbbın babası” olarak onurlandırılmıştır.
İslamiyetin doğuşu ile sağlıkla ilgili kavramlarda da önemli değişiklikler olmuştur. Sağlığın korunması amacıyla ağız ve diş sağlığına verilen önem, ibadetlerin yapılması amacıyla hem bedenin hem de kıyafetlerin temizlenmesi ve temiz tutulması, ibadet öncesi abdest alınması gerekliliği, hastalara karantina uygulamalarının yapılması islamiyetin hijyen hususundaki hassasiyetini göstermektedir.
Orta Çağ’da Selçuklular tarafından yapılan hamamlar ve çeşmeler Türklerin sağlığa verdiği önemi göstermektedir. Osmanlı Dönemine bakıldığı zaman toplumun beden temizliğine (havlu, peşkir, silecek, hamam tası, sabun, tıraş malzemesi), ev temizliğine (maşrapa, leğen, güğüm, kazan, çamaşır teknesi, varil, süpürge, kürek), vücut bakımına (gülabdan, öd ağacı, gülsuyu, tarak, sürmedan, rastık) oldukça fazla önem verildiğini tarihten günümüze kullandıkları temizlik malzemelerinin günümüzde sergilendiği müzelerdeki çeşitliliğinden anlayabilmekteyiz. Osmanlı Devleti Döneminde çevre sorunlarının giderilmesi amacıyla teknik ve yasal birtakım çözümlere başvurulmuştur. Teknik olarak şadırvan ve çeşmelere suların temiz bir şekilde ulaşmasını sağlamak amacıyla özel kanallar açılmış, toprak üzerine künkler döşenmiş, kırılanlar da tamir edilmiştir. Çevrede görülen balgam, tükürük gibi maddeler kül ve kireçle dezenfekte edilmeye, çöplerin de belli yerlerde toplanarak bertarafına çalışılmıştır. Yasal olarak belirlenen kuralların uygulanması için hukuki önlemler de alınmıştır. Yaşadıkları çevrenin düzenine ve temizliğine azami derecede özen gösteren Osmanlılar, mezarlıkların hayvanların giremeyeceği şekilde duvarla çevrilmesi, su yolları üzerine ve yakınına ev inşa edilmemesi, meyve ağacı dikilmemesi (suların kirlenmesi ve azalmasını önlemek amacıyla) gibi ekolojik dengeyi bozabilecek en küçük ayrıntıyı bile düşünerek çevresel kirlenmeyi ve bozulmayı engellemeye çalışmışlardır.
Hijyenik kavramların tam olarak belirlenmesi ve sağlığı tehdit eden faktörlerin engellenmesi çalışmaları 1700’lü yılların başında mikrobun keşfi ile daha da anlamlı hâle gelmiştir. Hipokrat ve çağdaşlarının insan vücudunda bulunan 4 önemli suyun (kan, balgam, safra, idrar) dengesinin bozulması sonucunda hastalıkların meydana geldiği kuramı Pastör ve Koch’un mikrobu keşfetmesi, mikroskobun bulunuşu ile hastalık etkenlerinin belirlenmesi sonrasında çökmüştür. Bu önemli keşif sonrası uygarlıklar ve toplumlar hastalıklara ve sağlıklarını olumsuz etkileyen faktörlere karşı kendilerini nasıl koruyabileceklerini daha iyi anlamaya başlamışlardır. Hijyenik yaşam koşullarını daha bilinçli oluşturmaya çalışmışlardır. Hijyen kavramının günümüz hâliyle tanınması ve gerekli önlemlerin alınması 18. ve 19. yüzyılda yeni Sanayi Devrimi sayesinde olmuştur. Sanayileşmenin yaşamı kolaylaştıran, konforu ve lüksü sağlayan olumlu yanlarının yanında getirdiği en önemli olumsuz etkisi de hijyenden yoksun yaşam alanlarının oluşmasıdır. Özellikle nüfusu artan kentlerde pis, havasız, alt yapısı yetersiz ve kalabalık ortamlar, insan sağlığını olumsuz etkilemiştir. Bu sorunların önüne geçilmesi amacıyla 19. yüzyılın sonlarında planlı kentleşme, alt yapı, barınma, çevre sorunları gibi konular çok boyutlu olarak ele alınmış, hijyenik yaşam koşulları oluşturulmaya başlanmıştır. Bu bağlamda Dünya Sağlık Örgütünün (DSÖ) sağlık tanımlamasını tam karşılayacak yaşam alanların sağlanması için, Lalonde tarafından geliştirilen ve DSÖ tarafından da benimsenen 4 ana belirleyicinin olması şarttır. Buna göre sağlık;
*Çevre,
*Yaşam tarzı,
*İnsan biyolojisi
*Sağlığı koruma sistemleri gibi belirleyicilerin etkisi altındadır.
Günümüz bilinen hâliyle hijyen kavramı bir çok ülkede tıbbi hekimlik başta olmak üzere sosyal, kültürel, endüstriyel ve teknolojik gelişmelerin izlendiği bir çok bilim dalının özel konusu olarak halk sağlığı adı altında yerini almıştır. Ülkemizde de Cumhuriyet’in ilanından önce 1920 yılında sağlığın ve koruyucu hekimliğin faaliyetlerini oluşturmak amacıyla Sıhhat ve İctimai Muavenet Vekaleti kurulmuş, Cumhuriyet’in ilanından sonra da ismi Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığı olarak değiştirilmiştir. Bu bakanlık bünyesinde halk sağlığı ile ilgili olarak Refik Saydam Hıfzısıhha Enstitüsü kurulmuştur. Bakanlığın ismi 1989 yılında çıkarılan bir kanunla Sağlık Bakanlığı olarak değiştirilirken Enstitü de 2012 yılından itibaren Türkiye Halk Sağlığı Kurumu adı altında hizmetlerine devam etmektedir.