Avrupa Tarihi: Avrupa’da Değişim Çağı

Batı, üç esas üzerinde temellerini oluşturarak bugününü inşa etmeye başlamıştır. Bunlar; Hristiyanlık, Feodalite ve Rönesans’tır.

Marc Bloch (Mark Bloh)

XVI. yüzyılın başlarına kadar Avrupa’da siyasi, sosyal ve ekonomik alanda en yetkili kurum Roma Katolik Kilisesi ve bu kiliseyi temsil eden Papalık’tır. Batı Roma İmparatorluğu’nun çöküşünden sonra otorite boşluğundaki Avrupalılar, Hristiyanlığı temsil eden kiliseye sıkı sıkı sarılmıştır. Avrupa halkı, kiliseye ve kilise mensuplarına saygılı davranarak kurtuluşa ereceğine inanmıştır. Böylece kilise, her alanda yetkilerini genişletmeye ve Orta Çağ Avrupası’nı şekillendirmeye başlamıştır. Sonuçta kilisenin mutlak egemenliği sağlanmış ve ruhban sınıfı hiç kimsenin itiraz edemediği manevi güce ulaşmıştır.

Dinî bir kurum olan Papalık, XVI. yüzyılın ilk çeyreğinde uyguladığı etkin politikalarla İtalyan şehir devletlerinin en güçlülerinden biri hâline gelmiştir. Özellikle eğitim ve öğretim alanında Oxford (Oksford), Paris ve Bologne (Bulöni) gibi dönemin önemli üniversitelerinde söz sahibi olan Papalık, buralarda Aristo ve Batlamyus’un öğretilerini okutmuştur. Bu öğretilere karşı çıkanlar ise Engizisyon mahkemelerinde yargılanmıştır. Hristiyanlıktan uzaklaşan insanları cezalandırmak amacıyla kurulan Engizisyon mahkemeleri ile kilise kendi ceza mekanizmasını oluşturmuş, bundan dolayı da bilimsel çalışmalar ilerleyememiştir.

Saraylarda görkemli bir yaşam sürmeye başlayan papalar, bu yaşantının giderlerini karşılamak için Hristiyan halktan para toplamış ve kilise topraklarından belirli oranlarda vergi almıştır. Bu topraklara piskopos, kardinal veya rahip atama yoluyla ruhban sınıfı daha da zenginleşerek güç kazanmıştır. Buna karşın merkezî otoritenin güçlü oluğu Fransa ve İngiltere gibi ülkelerde ise Papalığın etkisi alt düzeyde olmuştur. Kilise, ekonomik faaliyetleri dinî hayata göre daha önemsiz görmüştür. Ortak mülkiyeti esas alan kilise, başkalarına ait olan malları hazinesine katmış ve mülkiyet sisteminin tartışılmasını yasaklamıştır. Çünkü kiliseye göre gerekli olandan fazlasını istemek hırs ve günah kabul edilmiştir. Buna karşı Avrupa’da faaliyet alanlarını genişleterek yükselmek isteyen burjuvazi, kilisenin bu kısıtlayıcı ve aşağılayıcı yaklaşımından kurtulmak istemiştir. Bu durum, savaşlar için paraya ihtiyaç duyan krallar ve asillerin tek umudu horlanan tüccarlar olmaya başlayınca değişmiştir. Bu nedenle tüccarlara karşı duyulan horlama ve aşağılama duygusu, yerini hayranlık ve saygıya bırakmıştır. Kendilerinden borç alındığı ölçüde tüccarların istekleri kabul edilmiş ve koşullar iyileştirilerek serbest ticaret yapmalarına göz yumulmuştur. Böylece Avrupa’da burjuvazinin aristokrat sınıfa karşı yükselişi hızlanmıştır.

Burjuvazinin yükselişe geçtiği dönemde Avrupa, İslam kültür ve medeniyeti ile sistemli bir temasa geçmiştir. Arapça ilim ve felsefe eserleri Latinceye tercüme edilmiştir. XI. yüzyıldan XVI. yüzyıla kadar geçen süreçte Batı, İslam dünyasından yaptığı çevirilerle skolastik düşünce yüzünden yitirdiği Eski Yunan felsefesini yeniden keşfetmiştir. Çeviriler aracılığıyla eleştirilecek malzeme ve yeni olgular öğrenen Avrupa, Orta Çağ boyunca kendisini bağlayan otoritelerin baskısına karşı çıkarak bilimsel aydınlanmayı başlatmış ve akıl tutulmasından kurtulmayı başarmıştır.

Bir Cevap Yazın